Süt Alerjisi

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

İnek Sütü Alerjisi Nedir?

İnek sütü içindeki proteinlere karşı IgE aracılı oluşan istenmeyen reaksiyon oluşmasıyla meydana gelmektedir. Egzamalı bebek ve çocukların üçte birinde besinlere karşı alerji bulunmaktadır.

IgE aracılı inek sütü alerjisinde görülen şikayetler; Deride kurdeşen, anjioödem, egzama ve kontakt reaksiyon (temas dermatiti) görülebilmektedir. Solunum sisteminde astım ve bahar alerjisine rastlanabilir. Bulantı, kusma, kolik, karın ağrısı, ishal, kabızlık, gastroözefageal reflü, dışkıda kan olması; ağız etrafı ve dudaklarda kızarıklık, kaşıntı ve şişlik gibi oral alerji sendromları ve mide-bağırsak (gastrointestinal) reaksiyonlar görülebilmektedir. Nadir de olsa, sütün başlattığı kronik akciğer hastalıkları da görülebilmektedir.

IgE aracılı olmayan inek sütü alerjisinde görülen şikayetlerde ise; belirtiler geç ortaya çıkmakla birlikte karın ağrısı, sık dışkılama, ishal ya da kabızlık olarak görülmektedir.

Karışık tip (IgE ve IgE olmayan) vakalar ise; geç görülen ve kronik şikayetlerle ortaya çıkan inek sütü alerjisi olarak tanımlanabilir.

Bebeği, biberonla beslerken ağız etrafında kızarıklık; bebekte kaşıntı, şişlik, huzursuzluk, kusma, karın ağrısı, ishal, kabızlık, vücutta döküntü ya da kabarıklık olması inek sütü alerjisinde sık rastlanılan şikayetlerdir. Soy geçmişinde (anne, baba ve kardeşte); inek sütü ya da besin alerjisi (yumurta, balık alerjisi gibi), atopik dermatit, egzama, kurdeşen (ürtiker), alerjik rinit (bahar nezlesi), astım (nefes darlığı), ilaç alerjisi, evcil hayvan alerji öyküsü bulunan bebekler, inek sütü alerjisine daha yatkındır. Muayene sırasında öncelikle; hastanın boy, kilo, büyüme ve gelişmesi, büyüme eğrisi ile ağız, dudak, boğaz, dil, burun ve kulak bulguları uzman hekim tarafından incelenir. Deri, burun, akciğer, mide-bağırsak ve diğer sistem muayeneleri gerçekleştirilir. Kan testleri, alerji deri testleri (Prick deri testi, Patch testi)* ve yükleme testleri (açık yükleme, tek kör oral yükleme, çift kör oral yükleme**) hastaya uygulanmaktadır.

İnek sütü alerjisi tedavisinde;

Anne sütü bebeğin tek maması konumundadır. Bebek beslenmesinde anne ve babaya anne sütü yararları anlatılarak bebeğin emzirilmesine devam edilmesi konusunda bilinç kazandırılmalıdır.

Ek besin kullanımı zorunlu görülen durumlarda ise; aminoasit formula ya da tam hidrolize soya bazlı formula mamaların kullanılması gerekmektedir.

İnek sütü alerjisi olan bebekte ve çocukta beslenmesinde, alerji sebebi olan inek sütü ve inek sütü temelli mamalardan, süt ürünlerinden (yoğurt, peynir,çökelek veya kesik ,kaymak, tereyağ gibi besinlerden) uzak durmak gerekmektedir.

İnek sütüne alerjisi olan bebeklerde, diğer memeli hayvanların sütüne karşı da bir alerji olasılığı bulunmaktadır. Buna çapraz reaksiyon denilmektedir. Koyun sütü, keçi sütü, at sütü, eşek sütü gibi gıdalara da dikkat edilmesi gerekmektedir.

Alerjik Rinit

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

Alerjik rinit (bahar alerjisi) en sık karşılaşılan alerjik hastalıktır. Alerjenlerle karşılaşıldıktan sonra burunda oluşan IgE aracılı inflamatuar hastalıktır.

Günde en az bir saat süren burun akıntısı, tekrarlayan ve birbiri ardına gelen hapşırık, burun tıkanıklığı, burun kaşıntısı, gözde kaşıntı ve yaşarma alerjik rinitin (bahar alerjisi) belirleyici özellikleri arasındadır.

ISAAC (International Study of Asthma and Allergies in Childhood) tespitine göre; alerjik nezle (alerjik rinokonjonktivit) sıklığı, 13-14 yaşlarında %1.4-39.7 arasında görülmektedir.

Rinitli (burun iltihabı) olguların yaklaşık %50’si alerjiktir. Hastalığın; yaşam kalitesi, iş ve okul performansını üzerine çok etkisi vardır. Okul başarısının düşmesi, dikkat eksikliği, konsantrasyon ve uyku bozuklukları hastanın yaşam kalitesinde bozulmalara yol açar. Alerjik rinit (bahar alerjisi) hastalığına sahip kişilerde astım, sinüzit, seröz otit sık görülmektedir. Alerjik riniti bulunan (bahar alerjisi) her hastanın astım gelişimi yönünden dikkatle izlenmesi gerekmektedir.

Alerjik riniti bulunan hastaların %30-35’inde astım, astımlı hastaların ise %80-85’inde alerjik rinit vardır. Alerjik rinit, astım için önemli risk faktörüdür.

Alerjik Rinit Sınıflandırması

Mevsimsel Alerjik Rinit (MAR): Hastada hapşırık, burun tıkanıklığı, burun kaşıntısı ve burun akıntısı polen mevsiminde görülür. Bu alerji türüne ot, ağaç, çiçek polenleri, küf mantarları gibi dış ortam alerjenleri neden olmaktadır.

Perennial Alerjik Rinit (PAR): Hastada yıl boyu alerjik bulgular devam eder. Ev tozu akarları, hamam böcekleri ve evcil hayvanların tüyleri etken olarak kabul edilmektedir.

Mesleksel Alerjik Rinit: Meslek hastalığı olarak hastalarda görülmektedir. Örneğin; 14-18 yaş arası kuaför çırağı olarak çalışan çocukların %42.8’inde hapşırık, %35.2’sinde burun tıkanıklığı gibi mesleki alerjik rinit bulgusu görülmektedir.

Alerjik Rinitte Klinik Bulgular

Burun Kaşıntısı: Genellikle alerjik selam (hastanın burnunun ucunu yukarıya doğru sık sık avuç içi ile silmesi) şeklindedir. Kişinin boğazı da kaşınmaktadır.

Hapşırık: Birbirini takip eden 10-20 kez oluşan hapşırıklardır.

Burun: Hastanın üst dudak ve dış burun derisi devamlı silinmeden dolayı kırmızıdır ve burun derisi soyulmaya başlamıştır.

Ayrıca, burundaki tıkanıklık ile sinüslerin östaki tüpü havalanmasını etkilenmesiyle baş ağrısı ve kulak ağrısı da görülmektedir.

Yaşam Kalitesi: Alerjik rinit hastalığına sahip kişilerin %79’u uykusuzluk, %75’i spor aktivitelerine katılamama, %73’ü işte/okulda konsantrasyon düşüklüğü, %51’i ise sosyal katılım güçlüğü gibi problemler yaşamaktadır.

Bulgulara Göre Alerjik Rinit Sınıflandırması (ARIA)

Alerjik hastalıklar, genetik yatkınlık ve çevresel etkenler arasında etkileşim içerisindedir. Batı tipi yaşam tarzı, sigara kullanımı, çevre kirliliği, enfeksiyonlar ve evcil hayvanlarla yaşama önemli risk faktörleri olarak kabul görmektedir.

Alerjik Riniti Etkileyen Faktörler

Alerjik riniti ev dışında etkileyen faktörler; polenler, otlar, ağaçlar, çiçekler, mantarlar, hava kirliliği, egzoz ve gaz partikülleri olarak sıralanmaktadır.

Alerjik riniti etkileyen ev içi etkenler ise; ev tozu akarları, evcil hayvanlar, hamam böceği veya fareler, sigara kullanımı, mantarlar, mesleki alerjenler ve ev içi hava kirliliği olarak belirtilebilir.

Alerjik Rinitte Tanı

Alerji uzmanı tarafından hastanın ayrıntılı öyküsü (atopi öyküsü) alınıp muayene edildikten sonra, durum laboratuar sonuçlarıyla birlikte değerlendirilmektedir.

Çocuklarda Dikkat Edilmesi Gereken Bulgular

Çocuğunuz elinde mendil ile sürekli burnunu siliyor, üst dudağında ve burun derisinde kızarıklık ya da soyulma belirginse bu bulgular alerjik rinite ait olabilir. Ayrıca; sürekli ağızdan solumaya bağlı olarak, dişlerde şekil bozukluğu, diş eti hipertrofisi, diş çürükleri ve harita dili görülebilir.

Alerjik rinit hastalığından şüphelenilen çocuklarda gözlenmesi gereken davranışlar da bulunmaktadır. Örneğin; alerjik selam olarak adlandırılan, çocuğun burnunun ucunu yukarıya doğru sık sık avuç içi ile silmesi, ovuşturması ve kaşımasına dikkat edilmelidir. Burnun üst kısmında oluşan ve burnun sürekli silinmesi veya kaşınması sonucu oluşan yatay çizgi adı verilen bulgu da gözden kaçmamalıdır.

Aileler tarafından yanlış yorumlanmaya açık olan tikler de alerjik rinit nedeniyle çocuklarda görülebilmektedir. Sık sık burun çekme ve yüz kaslarını oynatma, çocuk tarafından burun kaşıntısını azaltmaya yönelik bir çözüm olarak oluşmuş olabilir.

Alerjik rinit hastalarında görülebilen bir diğer bulgu ise; Alerjik Shiners adı verilen; hastanın alt göz kapağında mor halkanın meydana gelmesi ve beraberinde gözde kaşıntının, kızarıklığın ve şişliğin eşlik ettiği durumlardır.

Alerjik rinit hastalığı için; alerjiyi tetikleyen alerjenlerden ve irritanlardan kaçınma ve korunma, ilaç tedavi uygulamaları, alerji aşıları (immunoterapi) ve hasta eğitimleri tedavi yöntemleri olarak kullanılmaktadır.

Arı Sokması

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

Arı sokmasıyla oldukça sık karşılaşılmaktadır. Çocuklarda %56, yetişkinlerde ise %94 oranında en az bir kez arı sokması vakası görülmektedir. Arı sokması ile gelişen ağır alerjik reaksiyon, hayatı tehdit etmesi nedeniyle önemli sağlık problemleri arasında yer almaktadır.

Arı Sokması ile Görülen Reaksiyonlar

Lokal Reaksiyon: Küçük veya geniş alanda olabilir. Sokulan yerde ağrı, kızarıklık, şişlik ve kaşıntı görülmektedir.

Sistemik Reaksiyon: Kaşıntı, ürtiker, kızarıklık, kusma, karın ağrısı, solunum güçlüğü, tansiyon düşüklüğü ve bilinç kaybı meydana gelir.

Toksik Reaksiyon: Birçok arının kişiyi sokmasıyla ortaya çıkmaktadır. Anafilaksi gibi ölümcül sonuçlara sebep olabilir.

Arı Sokmasında Tanı

Öncelikle arı sokması ve türü (bal arısı, yaban arısı, eşek arısı) belirlenmelidir.

Standart arı ekstresi ile Prick deri testi, alerji uzmanı tarafından çok küçük dozlarda başlanır.

Prick testi negatif olursa intradermal (deri içi) test uygulanır.

Arı venom alerjenleri ile deri testleri ve spesifik IgE tayini değerlendirilir.

Arı Sokmasına Karşı Nasıl Önlem Alınmalıdır?

Açık renkli (sarı, pembe vb.) giysi ve yoğun parfüm kullanımından kaçınılmalıdır.

Arı kovanlarından ve çiçek topluluklarından uzak durulmalıdır.

Açıkta çöp, evsel atık, şekerli gıda ve içecekler bulundurulmamalıdır.

Anafilaksi riski taşıyan birey; kart kolye ya da bileklik taşımalıdır.

Risk taşıyan hastaların ilaçlarını (adrenalin) kendileri uygulayabilmelidir. (Otoenjektör önerilmektedir.)

Arı venom alerjenleri ile aşı uygulaması tavsiye edilmektedir. (İmmünoterapi)

Çocuklarda Alerjik Yürüyüş

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

Alerjik Yürüyüş Nedir?

Atopik marş, alerjik yürüyüş veya atopik yürüyüş denildiğinde; egzama (atopik dermatit), besin alerjisi, alerjik rinit (bahar nezlesi) ve astımı içeren alerjik hastalıkların doğal seyri anlaşılmaktadır.

Alerjik yürüyüş; atopik dermatit (egzama), besin alerjisi, alerjik rinit ve astım (nefes darlığı) hastalıkların birbirini izlemesiyle ortaya çıkıp belirginleşebilir. Alerjik yürüyüş döneminde bazı şikayetler daha belirgin olarak görülmektedir.

Alerjik Yürüyüşe İlk Adım

Egzama; astım ve alerjik rinit rahatsızlıklarından önce görülmektedir. Egzama, alerjik yürüyüşün ilk basamağı olarak kabul edilmektedir. Egzama, çocuklarda %15-20 görülme oranıyla en sık görülen hastalıklardandır. Hayatın ilk yılında %60 görülme olasılığı bulunmakta olan hastalık, 1-5 yaş arasındaki çocuklarda ise %30 oranında görülebilmektedir. Alerjik olguları neticesinde çocuk ve bebeklerin, kişisel ve ailesel atopik öyküsü ya da genetik olarak alerjiye yatkınlığı bulunmaktadır. Bu bünyeye sahip hastaların tanıları %50 oranında bir yaşından önce konulmaktadır. Bebeklerde besinler ve besin alerjileri; çocuklarda ise çevresel alerjenler egzamanın görülme olasılığını artıran başlıca faktörlerdir. Atopik dermatitten alerjik rinite ve astım gelişimine ilişkin atopik yürüyüş seyriyle ilgili birçok araştırma mevcuttur. Bu çalışmalarda göre;

• Ailede alerji veya egzama öyküsü bulunan çocuklarda %50 oranında alerjik rinit ya da astım görülebilmektedir.
• 3. ayından önce egzama teşhisi alan bebeklerin %69’unun 5 yaşından önce solunum yolu alerjenlerine karşı daha duyarlı olabilecekleri gözlenmiştir.

Egzamayı tetikleyen etkenler; besin alerjileri, solunum yolu alerjileri, kontakt  (temas) alerjenleri, irritan maddeler, soğuk ve sıcak hava, psikolojik faktörler ve bakteriyel kolonizasyon oluşturan deri enfeksiyonları olarak sıralanabilir.

Alerjik Yürüyüşte  Besin Alerjisinin Yeri:

IgE aracılı inek sütü alerjisinin; egzama, rinokonjunktivit, astım gibi alerjik hastalıklar için risk faktörü olduğu bilinmektedir. İnek sütü alerjisi bulunan bebekler, bronş aşırı duyarlılığına ve hava yolu inflamasyonuna yatkındır. Egzama hastalığına sahip çocukların aileleri, egzama ve astım arasında bir bağlantı olup olmadığını oldukça merak etmektedir. Yapılan araştırmalar sonucu; egzama hastalığına sahip 500 çocuğun 5 yıllık izlemi sonucunda, astımın görülme sıklığı %35 oranında hesaplanmıştır. Egzama hastası çocukların, diğer çocuklara göre astım riskinin 3-4 kat daha yüksek olduğu tahmin edilmektedir.

Alerjik hastalıkların doğal seyri olan alerjik yürüyüşte;

•ilk iki yaşta egzama (atopik dermatit)  ve besin alerjisi görülme oranı yüksektir.

•Oyun çağı ve okul çocukluk döneminde ise; atopik dermatit ve besin alerji görülme olasılığı ve duyarlılığı azalmakta, astım ve alerjik rinit bulguları artmaktadır.

Palm Yağı Zararlı mı?

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

Aslında birçok kişi tarafından günlerce tartışılan ve kafamızı iyice karıştıran Palm yağı palmiye meyvesinden üretilen bir yağ. Oda sıcaklığında katı halde bulunuyor. Palm yağı, diğer sıvı yağlardan kötü ama katı yağlardan iyi bir yağ. Palm yağının bu kadar çok tercih edilmesinin sebebi başta ucuz olması tabi ki. Gıda sektöründe tercih edilmesinin sebebi ise trans yağ içermiyor oluşu ve lezzet açısından nötr olması. Ayrıca palm yağı yapısal özelliğinden dolayı oksitlenmeye dayanıklı ve raf ömür uzun bir yağ. Bu nedenle pal yağı kullanılan ürünlerinde raf ömrünü uzatıyor.

Bizi ilgilendiren bölümü ise palm yağının özellikle çocuklar tarafından tüketilen ürünlerde kullanılıyor olması. Katı margarinler, bisküviler, hazır dondurmalar, şekerlemeler gibi pek çok gıda maddesinde palm yağı kullanılıyor. Kızartma yağlarında da sıkça kullanılıyor. Genellikle ürünlerin içeriğinde bitkisel yağ şeklinde yazılıyor.

Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA)’nın pek çok gıda maddesinde bulunan palmiye yağıyla ilgili yayınladığı raporda bu yağın tümörlere yol açtığı düşünülen glisidol oluşumuna neden olduğu belirtiliyor. Rapora göre palmiye yağının doğal kırmızı renginin sökmek ve kokusunu ortadan kaldırmak için yüksek sıcaklıklar kullanılıyor. Bu işlem glisidil yağlı asit esterleri (veya GE) olarak adlandırılan atık maddelere neden oluyor. Bu maddelerin hazmı da tümörlere yol açtığı düşünülen glisidol oluşumuna neden oluyor.

Öte yandan bazı araştırmacılar, yüksek doymuş yağ oranı nedeniyle kolestorol seviyesini artırarak, kalp krizi ve felç riskini artırdığını belirtiyor. Isıtılmış palmiye yağının kan basıncını yükselttiği ve yüksek tansiyona neden olduğu da ifade ediliyor.

Biz de ise Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik, “Türkiye’de palm yağına ilişkin mevzuat, ulusal ve uluslararası bilimsel çalışmalar ve veriler ışığında hazırlanmıştır. Söz konusu mevzuatta palm yağının taşıması gereken fiziksel ve kimyasal özellikler yer alıyor. Bakanlığımızca bu konuda her türlü kontroller yapılmaktadır. Palm yağı bütün dünyada gıda sanayisinde yaygın bir şekilde kullanılmaktadır” ifadelerini kullandı.

Türk Gıda ve İçecek Sanayi Dernekleri Federasyonu (TGDF) ise, yaptıkları araştırmalar sonucunda risk içeren maddelerin gıda sanayinde kullanılan endüstriyel yağ üretiminde bulunmadığını, üretimin bu konuda “dünya standartlarının üzerinde” olduğunu söyledi.

Mongol Lekesi yada Moğol Lekesi nedir?

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

Mongolian spot-MS; Mongol lekesi, Moğol lekesi olarak ta bilinmektedir. Yeni doğum cilt lekeleri arasında sınıflandırılmaktadır.

Sıklıkla kuyruk sokumu üzerinde ve belde görülmektedir. Lekeler 1 yada daha fazla olabilir. Boyutları birkaç cm den 20 cm lere kadar ulaşabilmektedir. Boyutları diğer doğum lekelerine göre daha büyüktür ancak vücut alanının % 5 ini geçmemektedir.
Doğumla gözlenir ancak sonradan da gelişebilmektedir.

Her iki cinsiyeti de eşit tutmaktadır.
Irksal olarak Moğol ve Türkler gibi Orta Asya ırklarında sık görülmektedir. Bu nedenle Moğol lekesi olarak tanımlanmıştır. Ayrıca Japon, Çin ve Macar ırklarında da sık görülmektedir. Amerikan yerlilerinde(Siyularda) ve Polenez adaları ırklarında da görülmektedir. Türklerde görülme sıklığı %12-25 oranında bildirilmiştir.
Buradaki leke gelişimi deride dermiste melanosit artışına bağlıdır. Dermiste pigmentasyonun derin yerleşmesi Tyndall etkisi denilen bir optik etkiye neden olmaktadır ve pigmentasyon mavi görünmesini sağlamaktadır.

Moğol lekeleri; deriden kabarık olmayan, yuvarlak, oval yada düzensiz şekilli olabilmektedir. Lekelerin maviden yeşile, gri, ve siyaha kadar rengi değişebilmektedir.

Renk ilk yılda biraz koyulaşmakta daha sonra ilk 1 yıl sonunda kendiliğinden kaybolmaktadır. 6 yaşına kadar kalıcı olabilmekte lekeler görülebilmektedir. Nadiren ileri yaşlarda erişkinlikte kalabilmekte bunlarda ciddi estetik problemlere neden olmaktadır.
Çok nadiren mongol lekelerinin saçlı deride, yüzde, omuzlarda ve kollarda olması diğer pigmente lekeler; OTA nevus, ITO nevus, Hori Nevus, Blue nevus ile karışmasına neden olmaktadır. Ayrıca mor rengi travma sonrası gelişmiş bir kanama olarak düşünülmekte yanlışlıkla çocuk istismarları tanıları konulmaktadır.
Mongol lekelesi nadiren bazı metabolik hastalıklar ile birlikte olabilmektedir. En sıkıkla Hurler hastalığı , Hunter hastalığı mucolipidosis, Niemann-Pick hastalığı ve mannosidosis ile birlikte olmaktadır. Özellikle yaygın, geç yaşlarda kaybolmamış ve fazla sayıda mongol lekelerinde bu metabolik hastalıklar düşünülmelidir.
Dudak yarıkları ile birlikte dudaklarda mongol lekesi olabilmektedir.

Kendiliğinden ilk 5 yılda kayboldukları için tedaviye gerek yoktur. Erişkin yaş döneminde devam edenler özellikle bel ve kalçada olanlar kapalı alanlarda oldukları için fazla kozmetik problemlere neden olmamaktadır. Ancak yüz ve kolar gibi estetik alanlara yerleşenler, fazla sayıda ve büyük olanlar ciddi estetik problemler yaratmaktadır.

Yeni Bebeğinizin Neden Sizi Mutlu Etmediğini Merak Ediyor musunuz?

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

Bir bebeğe sahip olmak hayati bir yaşam olayı olup endişe, yorgunluk ve hüzünlenme yaratabilir. Genellikle bu duygular uzun sürmez, ancak eğer devam ederse, depresyondan muzdarip olabilirsiniz.  Günümüzde modern dünya ile birlikte yalnızlaşan yaşamlar depresyon ve ansiyete gibi psikolojik rahatsızlıkların sıkça görülmesine sebep olmaktadır.

Doğum sonrası depresyon ise oldukça yaygındır. Doğum yapmış 6 kadından en az 1’i etkilenmektedir. Depresyon, kalıcı bir üzüntü ve günlük aktiviteleri gerçekleştirmede isteksizlikle birlikte normalde hoşlandığınız aktivitelere olan ilginin azalması şeklinde karakterize edilen en az iki haftalık bir hastalıktır. Buna ek olarak, depresyonu olan kişilerde şu belirtilerden en az birkaçı vardır: enerji kaybı, iştah değişikliği, az ya da çok uyku, kaygı, konsantrasyonun azalması, kararsızlık, huzursuzluk, kendini değersiz hissetme, suçluluk ya da umutsuzluk duyguları ve kendine zarar verme veya intihar düşünceleri. Doğum sonrası depresyon belirtileri arasında ise şunlar da bulunmaktadır: bunalmışlık hissi, belirgin bir nedene dayanmayan ağlama; bebeğinizle yapışma eksikliği, kendinize ve bebeğinize bakabilmeniz konusunda şüphelerin oluşması.

Doğum sonrası depresyon profesyonel yardım ile tedavi edilebilir. Psikologla konuşma ve ilaçlar tedavide yardımcı olabilir. Emzirirken de güvenle alınabilecek ilaçlar mevcuttur.Tedavi edilmeyen doğumdan sonraki depresyon durumu, aylar hatta yıllar sürebilir. Buda sizin sağlığınızı ve bebeğinizin gelişimini etkileyebilir.

Depresyonunuz olduğunu düşünüyorsanız ne yapabilirsiniz?

Duygularınızı size yakın insanlarla tartışın ve destek talep edin. Kendinize biraz zaman ayırmanız veya dinlenmeniz gerektiğinde bebeğe bakmanıza yardımcı olabilirler. Aileniz ve arkadaşlarınızla zaman geçirerek aile bağlarınızı güçlendirin. Mümkün olduğunca açık havada dışarı çıkın. Güvenli ortamlarda, bebeğinizi yürüyüşe çıkarmanız ikiniz için de iyi gelecektir. Tavsiye verebilecek veya deneyimleri paylaşabilecek durumda olan diğer annelerle konuşun. Sağlık uzmanınıza danışın. Durumunuza en uygun tedaviyi bulmanıza yardımcı olabilir. Kendinize veya bebeğinize zarar verme düşünceleriniz varsa hemen yardım isteyin.

Unutmayın: Doğumdan sonra depresyon çok yaygındır. Etkilenebileceğinizi düşünüyorsanız zaman kaybetmeden yardım isteyin.

 

Karanlıkta Parlayan Oyuncaklar Radyasyon Yayar mı?

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

Birçok yerde karşımıza çıkan karanlıkta parlama özelliği olan oyuncaklar ve dekoratif malzemeler acaba çocuklarımız için zararlı mıdır?  Birçoğumuz özellikle geceleri odasını renklendirmek için tavana fosforlu yıldızlar yapıştırmış, karanlıkta parlayan toplar veya oyuncaklar almışızdır. Peki, bunlar zararlı mıdır?

Bu ürünlerden herhangi birini şimdiye kadar gördüyseniz, hepsinin ışıkta şarj olması gerektiğini bilirsiniz. Onları bir süre ışığa tutup sonra onları karanlık bir yere götürdüğümüzde bir süre parladıklarını görürüz.  Bu parlama genellikle yumuşak yeşil bir ışıktır ve çok parlak değildir ve farkına varmak için neredeyse tamamen karanlıkta olmanız gerekir.

Tüm bu karanlıkta parlayan ürünler fosfor ihtiva eder. Fosfor, enerjilendikten sonra görünür ışık yayan bir maddedir. Günlük hayatımızda fosforun kullanıldığı en yaygın nesneler ekranlar ve floresan ışıklarıdır. Renkli bir TV ekranı aslında üç farklı renk (kırmızı, yeşil ve mavi) yayan binlerce minik fosfor resim öğesi içerir. Floresan bir ışık söz konusu olduğunda, normalde bize beyazımsı ışık veren bir fosfor karışımı vardır.

Günümüzde kimyagerler fosfor gibi davranan binlerce kimyasal madde yarattılar. Karanlıkta parıltılı bir oyuncak yapmak için normal ışıkla enerji yüklenen ve uzun süre parıldayan bir madde gerekir. Bu özelliklere sahip olan iki fosfor, Çinko Sülfür ve Stronsiyum Alüminat’tır. Stronsiyum Alüminat daha yeni olan ve oyuncaklarda karanlıkta süper parıltılı üründe gördüğünüz maddedir. Çinko Sülfür’den daha uzun süreli ışık yayar. Bu fosforlar plastik içine karıştırılır ve parıltı yapmak için kalıplanır.

Ancak gördüğünüz bazı parlayan maddeler ışıkla şarj gerektirmez. Genellikle pahalı saatler bu özellikleri taşır. Özellikle eski saatlerde fosfor radyoaktif element ile karıştırılır. Geçmişte, radyoaktif element radyumdu ve yarı ömrü 1600 yıl idi. Günümüzde en parlak parlayan saatler, trityum (12 yıllık yarı ömrü olan) radyoaktif bir hidrojen izotopu ya da promethium kullanıyor; insan yapımı radyoaktif bir element olup, yarı ömrü yaklaşık üç yıldır.

Sonuçta günümüzde oyuncaklarda kullanılan fosfor türevi maddeler zararsız olarak tanımlanmaktadır. Yine saatlerde, çıkış tabelalarında kullanılan trityum gibi maddelerde insan sağlığı üzerinde zararları olmadığı kaydedilmektedir. Ancak eski saatlerde ve elektrik düğmelerinde radyum ve benzeri radyoaktif malzemelerin kullanıldığı bilinmektedir. Eğer evinizde bu tip eski bir eşya veya oyuncak varsa bunu bir uzmana göstermenizde fayda var.

Çocuklarda Zeka Gelişimi

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

Zekanın gelişiminde 3 önemli dönem
• Doğumdan Önce (Kalıtımsal, annenin ruh sağlığı ve annenin beslenmesi önemli faktörlerdir.)
• Doğum (Sağlıklı bir doğumun gerçekleşmesi, doğum esnasında yaşanan problemler – bebeğin oksijensiz kalması, elden kayıp düşmesi vb.- faktörler etkilidir.)
• Doğum Sonrası (Annenin loğusalığı olumlu şekilde atlatması, beslenmesi, bebeğini emzirmesi, sevgisi, babanın ilgisi ve şefkati vb. önemli faktörlerdir.)

Zeka, yaşamın ilk 10 yılında büyük bir gelişme kaydeder. Bu süre içinde en hızlı gelişme ilk 2 yılda gerçekleşir. Başlangıçta davranışı birkaç refleksten oluşan insan, 2 yıl sonunda kendi başına yürüyebilen, konuşabilen, bazı basit problemleri çözebilen, neden sonuç ilişkisi kurabilen, basit planlamalar yapabilen, hatırlayabilen bir kişi hale gelir. Sembollerle düşünebilme 11 yaşında başlar. 12 yaştan sonra zekanın hızında azalma olsa da gelişmeye devam eder. Gelişmenin en üst düzeyine 14-18 yaşlar arasında varılır. Zihinsel güç, 30 yaşa kadar bu düzeyde kalır. Daha sonraki yaşlarda yeni malzeme öğrenmedeki başarı yavaş olarak azalmaya başlar, ancak öğrenilen bilgiler kaybolmaz tam tersine yaş ilerledikçe, deneyimden dolayı edinilen bilgiyi kullanmadaki beceri artar.

Bebeğin beyin hücreleri anne karnında gelişir
Bebeğin beyin hücreleri, hamileliğin ilk 3 haftasından itibaren gelişmeye başlar ve diğer tüm hücrelerden daha hızlı çoğalırlar. Beynin fiziksel yapısı ve bağlantı yerlerinin gelişmesi bu dönemde başlar ve karmaşık bir genetik düzen içinde yol alır. Her bebek duyma, düşünme, görme, konuşma, hareket etme gibi yaşamsal beyin fonksiyonlarından sorumlu yaklaşık 100 milyar sinir hücresi(nöron) ile doğar. Hayatın ilerleyen dönemlerinde ise bu doğuştan gelen 100 milyar sinir hücresinin yerine yenileri üretilememektedir.

Sinir hücreleri (nöronlar) “sinaps” adı verilen küçük boşluklarla birbirine bağlanırlar ve beynin çeşitli fonksiyonlarını yerine getiren kümeler oluştururlar. Bu bağlantı yerleri beynin fonksiyon görmesi için gerekli olan elektriksel iletilerin yayıldığı ünitelerdir. Hamileliğin başlangıcından sadece 4 hafta sonra ilk beyin hücreleri dakikada 250.000 adet gibi bir hızla oluşmaya başlar, milyarlarca beyin hücresi, milyarlarca başka hücre ile bağlantı kurar, aralarında trilyonlarca bağlantı oluşur, her bir bağlantı titizlikle organize edilir, tesadüfi veya rastgele hiçbir şey olmaz. Bebeğin minik kafası içinde dünya nüfusunun 166 kat fazlası beyin hücresi vardır. Doğumdan sonraki 8 ay boyunca da sinir hücreleri arasında yaklaşık 1000 trilyon sinaps oluşmuştur. Hamileliğin 30. haftası civarında hafızasında bazı anıları kaydetmeye başlar ve doğumdan sonra annesinin sesini tanıyabilir.

Bebeklerin beyin gelişimi için ilk şart sevgi ve ilgi
Doğumda beyin, bebeğin toplam ağırlığının dörtte birini oluşturur. Beyin hücreleri arasındaki bağlantı sayısı, bebeğin içinde bulunduğu ortam koşulları ve çevreden aldığı uyarılara bağlı olarak % 25 oranında artabilir veya azalabilir, bağlantı sayısı ne kadar fazla olursa o kadar fazla şansa sahip olur. Yaşamın ilk aylarında oluşan bu bağlantılar, bebeğe dışardan gelen uyarılarla güçlendirilmekte ve kalıcı hale gelmektedir. Bu uyaranları verenlerde bebeğin anne-babası, yakın çevresi, ve bakımında yardımcı olan kişilerdir. Çocuklar ilişkilerinde duygusaldır, bebeğe ve çocuğa, sevgi ile yaklaştığınız takdirde sevgiyi öğrenecektir. Bebeğinize gülümseyin, ona dokunun, konuşun, şarkı söyleyin, sık kucağınıza alın. İhmal edilen bebeklerin beyinleri tüm bölgelerdeki gelişimini tamamlayamaz.

Bebeğinizin beyin ve sinir sistemi gelişimini etkileyen faktörler kalıtsal-genetik, çevresel faktörler, beslenme ve uygun çevre koşullarında büyümesidir. Beyin büyümesinin en hızlı olduğu ve zararlı etkilere en açık olduğu dönem anne karnındaki dönemdir. Sağlıklı bir gebelik geçirmek sağlıklı bir bebek dünyaya getirmenin ilk basamağıdır. Gebelikte doğru beslenme önemlidir. Annenin gebelikte geçirdiği hastalıklar, kullandığı ilaçlar-maddeler, kimyasal toksinler- ağır metaller (civa- kurşun gibi), radyasyon gibi bazı zararlı çevresel etmenlere maruz kalmak, erken doğumlar, doğumun sağlıksız koşullarda gerçekleştirilmesi, zor doğumlar, doğum sırasında ve sonrasında beyin kanamaları, beynin oksijensiz kalmasına neden olan durumlar, çocuklarda gelişim basamaklarının geri kalmasına, zihinsel ve bedensel engellere yol açabilir.

Doğumların sağlıklı koşullarda, özellikle hastanede gerçekleştirilmesi önemlidir. Özellikle akraba evliliklerinde görülen kalıtsal ve metabolik hastalıklar da beyin ve sinir sisteminin gelişimini olumsuz etkiler. Akraba evliliklerinin yüksek olduğu toplumlarda (ülkemizde bu oran bölgelere göre değişken olarak % 21.7 ile % 23 civarındadır) bu tür hastalıkların oranı da yüksektir.

En önemli 2. dönem ise doğumdan sonraki ilk 18 aydır. Özellikle ilk 6 ay anne sütü ile beslenmek, beyin ve sinir sistemi gelişimi ve anne-bebek ilişkisinin sağlıklı olması açısından önemlidir. Beyinde işletilen, kullanılan bağlantılar kuvvetlenirken, kullanılmayanlar küçülür, bu nedenle bebek ve küçük çocuklarla ilgilenen her kişi onların beyin gelişiminde kalıcı etki bırakır. 1-3 yaş arası dönem çok önemlidir, bebeklerin konuşma ve yürüme gibi kendilerini özgür kılan yetilere kavuştukları dönemdir. Bu dönemde çocuk sosyal kişiliğini kazanır, özerk ve otonomdur, hep kendi dilediği olsun ister, her şeyi taklit eder, ancak bu süreç kişiliğinin geliştiği, ileriki yaşamını etkileyecek sosyal terbiyeyi edineceği, yaşamdaki doğru ve yanlışların öğretilmeye başlandığı dönemdir. Öğrenme yetisi, 3-10 yaşlarda en üst düzeye çıkar. Bu süreçte, çevresi, sosyo-ekonomik yaşam koşulları, beslenmesi önemlidir. İyi beslenememe, proteinden fakir beslenme, kimyasal içerikli ürün tüketme, zeka gelişimi üzerine olumsuz etki yapar. Fabrikasyon besinler ile çok şeker ve yağ içeren besinlerin de zeka gelişimine zararlı etkileri olduğu biliniyor.

Çocuklarda Baş Ağrısı

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

Genellikle yetişkin yaş grubunda karşılaştığımız baş ağrısı, çocuklarda yaşla birlikte sıklıkla görülüyor. Çocuklarda ciddi rahatsızlıkların belirtisi olabilecek baş ağrısını küçümsemeyin. Baş ağrısı, toplumda  çok sık karşılaşılan bir  yakınmadır. Erkeklerin yaklaşık % 91’inde, kadınların % 96’sında  en az yılda bir kez baş ağrısı olur. Çocuklarda baş ağrısı sıklığı yaşla artmaktadır. Okul öncesi dönemde % 20-24 iken, ergenlikte % 75’e ulaşır. Çocuk nörolojisine ilk kez başvuran hastaların % 8-10’unu baş ağrısı hastaları oluşturur. Çocukların  % 12’si baş ağrısı nedeniyle  yılda en az bir gün okula gidemez. Çalışmalar, en sık görülen baş ağrısı türünün  migren olduğunu ve çocuklarda %3-10 arasında  görüldüğünü göstermektedir. 3-5 yaşları arasında baş ağrısı sıklığı erkeklerde daha fazlayken, 5 yaşından sonra kızlarda artmakta ve 9-11 yaşlar arasında her iki cinste eşit sıklıkta görülmektedir.

Baş ağrısı neden oluşur? 
Başın ağrıya duyarlı yapılarının fiziksel, kimyasal veya iltihabi olarak etkilenmeleri sonucu başağrıları ortaya çıkar. Beyin ve beyin üzerini örten zarların büyük bir bölümünde ağrıyı algılayan yani “ağrı reseptörleri” olarak adlandırılan yapılar yoktur.  Başın ağrıya duyarlı yapıları; kafa içinde  kafatasının iç yüzeyini kaplayan zarlar, periost, beyin içindeki damarlar, özellikle toplardamar çeperleri iken kafa dışında; kafa derisi ve atardamarları, diş etleri ve kaslardır. Paranazal sinüs hastalıkları, gözler, dişler, baş ve yüz kemiklerinin hastalıkları da baş ağrısına neden olabilir.

Baş ağrısına yol açan risk faktörleri 
Enfeksiyonlar (Menejit , “ensefalit” yani beyin zarları ve beyin dokusu iltihapları, sinüzit, mastoidit, kulak-göz-ağız-boyun enfeksiyonları)

Kafa içi kanamaları, kafa travmaları
Yer  kaplayan oluşumlar (Tümör,  kist, hematom)
Sistemik hastalıklar (Kanserler, ateş, hipertansiyon, beyin ödemi,  kanamalar, “hipoksi” yani oksijen yetmezliği, “kan şekeri ve kan sodyumu düşüklüğü” yani hipoglisemi ve hiponatremi)

Epilepsi nöbetleri ve nöbet sonrası
İşlemler (Cerrahi sırasında başın uzun süreli gerilmiş  tutulması, beyin –omurilik suyu alınması vb…)
Kafa içi basınç artması (İlaçlar, damar iltihaplanmaları, hipo-hipervitaminozlar)
Gerilim, depresyon, tedirginlik, stres, psikojenik nedenler

Baş Ağrısı Çeşitleri
Akut Baş Ağrıları :  Ani başlayan, şiddeti artan başağrıları; yerel ise, sinüzit, kulak, göz, diş enfeksiyonları veya ilk migren atağı olabilir. Yaygın ağrı varsa; sistemik enfeksiyon, ateş, travma, hipertansiyon, hipoglisemi, merkezi sinir sistemi enfeksiyonu, elektrolit bozukluğu veya ilk migren atağı da olabilir.

Migren : Çocuklarda akut-yineleyen baş ağrılarının en sık nedenidir. Son 20 yılda çocuklarda migren görülme sıklığı artmıştır. Baş ağrıları  ataklarla seyreder, huzursuzluk, başını sallama, keyifsizlik, ışık ve sesten rahatsızlık görülür. Ağrı göz arkasında, alında, kulak arkalarında, sıklıkla çift taraflı  ve zonklayıcıdır. Bulantı, kusma  ağrıya eşlik edebilir. Ağrıyı, stres, yorgunluk, uykusuzluk, egzersiz, açlık, gürültü, yolculuk, soğuk hava, çeşitli kokular, kafein, nitrit, monosodyum glutamat içeren yiyecekler başlatabilir.

Auralı Migren: Baş ağrısından 30-60 dakika önce görülen duyusal, görsel, motor belirtiler (Ağrının başlayacağını haber veren belirtiler “aura” olarak tanımlanır.  Çocuklarda en sık  görülen aura; solukluk, keyifsizlik, iştahsızlık ve görsel belirtilerdir.)

Aurasız-Basit Migren: Çocuklarda migren ataklarının %85’ini  oluşturur. Ağrı öncesinde aşırı hareketlilik, huzursuzluk, depresyon, aşırı susama ve solukluk olabilir. Baş ağrısı, 1-72 saat sürebilir. Işık ve sesten rahatsızlık olabilir. Hasta ciddi ağrıdan sonra 8-10 saat uyuyabilir.

Gerilim Tipi Baş Ağrısı : Kas kasılmaları  nedeniyle oluşur.  Ataklar 30 dakika  kısa süreli olabileceği gibi  1 hafta süren ağrı da olabilir. Toplumda en sık görülen baş ağrısı tipidir. Genellikle çift taraflı,  basınç yapıcı, sıkıştırıcı karakterdedir, fiziksel aktivite ile artmaz, kafa arkasına ve boyuna yayılabilir. Hafif  ve  orta  şiddettedir.

Kronik, Günlük Baş Ağrıları : Bir ayda 15 gün veya daha uzun süreli, gün boyu devam eden baş ağrılarıdır. Bu tür baş ağrılarında %45 oranında psikolojik nedenlerin eşlik ettiği saptanmıştır.

Kronik İlerleyici Baş Ağrıları : Tüm baş ağrıları içinde en kötü prognozu olan ağrılardır. Kafa içi basınç artışı, kitle lezyonları, tümör, abse, hidrosefali vb ..  nedenler araştırılmalıdır.

Küme Tipi Baş Ağrısı : Çocuklarda ve ergen gençlerde seyrek  görülür. Tek taraflı ve göz arkasında ortaya çıkan ağrılardır. Birlikte gözlerde kızarma, yaşarma ve burun akıntısı  gözlenir.

Baş ağrısı olan çocuklarda beyin görüntüleme hangi durumlarda yapılır? 
• Çok ani başlangıçlı şiddetli  baş ağrısı
• Kronik, ilerleyici baş ağrısı
• Anormal nörolojik muayene bulguları
• Anormal göz hareketleri
• Uykudan uyandıran baş ağrısı, uyanırken kusma
• Ağrı ile birlikte denge bozukluğu
• 3 yaşından küçükse

Baş ağrısı nasıl tedavi edilir? 
Baş ağrısı olan hastaların hastaneye başvuruları genellikle  ağrıların sıklaştığı, şiddetinin arttığı veya  günlük aktivitesini aksattığı zaman olmaktadır. Öykü, muayene ve gerekli tetkikler yapılarak, baş ağrısının altta yatan bir nedene bağlı (enfeksiyon, tümör, kanama vb..ikincil baş ağrısı) olmadığı gösterilmelidir. Baş ağrısının ciddi bir nedene  bağlı olmadığını göstermek ebeveynleri ve çocukları rahatlatır.

Çocuklarda ara sıra olan, kısa süreli, ve hafif ağrılar sık görülür, genellikle tedavi gerektirmez. Orta şiddette-tekrarlayan veya ilerleyici, günlük aktiviteye, sosyal yaşama, okula olumsuz etkileri olan baş ağrılarında tedavi gerekir.

Hasta ve ailenin eğitimi, baş ağrısını kontrol etmede önemlidir. Aile ile birlikte baş ağrısı günlüğü oluşturulması gerekir.

İlaç Dışı Tedaviler
Özellikle migrende ağrıyı başlattığı bilinen etmenlerden kaçınmak, migreni tetiklediği bilinen  gıda maddelerini saptamak,  katkı maddesi içeren fabrikasyon besinleri diyetten çıkarmak gerekir.

Düzenli uyku, okul ve ödev zamanlarını ayarlamak, yemek öğünlerini atlamamak,   aç olarak okul servisine binmesini önlemek gerekir.
Okul ve arkadaş sorunları, çocuklarda baş ağrısına sebep olan önemli bir faktördür. Okul ve öğretmen ile  işbirliği yapmak gereklidir.
Baş ağrısı sırasında özellikle migren atağında çocuklar karanlık ve sessiz odada uyumak isterler ve atakları uyku ile geçebilir, bunun da bir tedavi yöntemi olduğu bilinmelidir.
Davranış tedavileri, gevşeme egzersizleri, bilişsel tedavi, stres yönetimi %80’e varan oranda  ağrı kontrolünde etkili olur.

İlaç Tedavileri
Baş ağrısı atakları, ayda 3-4 kez olduğunda ve/veya okul ve diğer aktiviteleri etkilemeye başladığında ağrı sıklığını ve şiddetini azaltmak için doktorun uygun gördüğü koruyucu ilaçlar kullanılabilir. Üçten fazla koruyucu ilaç kullanılmış ve yarar görmemişse psikolojik faktörler ve depresyon yönünden araştırılmalıdır.

Akut ağrı başlangıcında ağrı kesici ve mide bulantısı-kusmayı önleyici ilaç başlanarak çocuğun sessiz bir odada dinlenmeye veya uyumaya bırakılması önerilir. Ağrı kesici ilaçlar, haftada 2-3 kezden fazla verilmemelidir. Çoğu hastada ilaç ve ilaç dışı tedavilerin birlikte uygulanması gerekebilir.

1 2 3 4 5 6 7 8