Bebeklere Uyku Kılavuzu

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

Bebeğinizin Gece Uyumasına Yardım Edin

Bebekler uyurken çok masum ve tatlı görünürler. Ancak onları uyutabilmek için yaşananlar bazen tam bir kâbusa dönüşebilir. Bu stresi ortadan kaldırmak için bebeğinizi bir uyku rutinine alıştırmalısınız.

Bebeğinizin uyku gereksinimlerini anlayın

İlk 2 ayda, yeni doğan bebeğiniz sadece yemek yemeye ve uyumaya ihtiyaç duyar. Neredeyse iki saate bir emzirebilirsiniz. Biberonla besliyorsanız bu süre daha da kısa olabilir.

Bebeğiniz günde 10 ile 18 saat arasıdna, bazen bir seferde 3- 4 saat uyuyabilir. Bu dönemde bebekler gece gündüz arasındaki farkı bilmezler. Bu yüzdende sizin için uyku zamanı onlar için beslenme zamanı olabilir. Gece uyanmalarının sebebi budur.

3-6 aya kadar birçok bebek 6 saatlik bir süreyle uyuyabilir. Ancak, bebeğinizin güzel bir rutine girdiğini düşündüğünüz anda – genellikle 6 ila 9 ay arası – anormal durumlar yaşayabilirsiniz. Örneğin, bebeğiniz uyumaya çalışırken sizi yanında tutmak için aniden ağlamaya başlayabilir.

Yatmadan Önce

Yapılan araştırmalar bebeklerini bir rutine alıştıran annelerin, 7. aydan sonra daha az gece uyanmalarıyla karşılaştıklarını gösteriyor. Bu ebeveynler bebek daha 6 ila 8 haftalıkken bilinçli veya bilinçsiz olarak bebeklerini bir rutinle hazırlayan annelerden oluşuyor.

Peki nedir bu rutinler? Yatmadan önce gerçekleştirilen aktiviteler bir düzen kurmanın anahtarını oluşturuyor.

İşte başarının anahtarı:

  • Gün boyunca aktif oyunlar oynayın ve akşamları ise daha sessiz oyunlar oynayın. Bu, yatmadan hemen önce bebeğinizin heyecanlanmasını önler.
  • Faaliyetlere aynı sırayla, gece gündüz değişmeden devam edin.
  • Her faaliyeti sakin ve huzurlu yapın, özellikle gün sonuna doğru yapılan faaliyetlerde sakin ve sessiz olun.
  • Çoğu bebek yatmadan hemen önce banyo yapmanın keyfini çıkarır; bu da bebeği yatıştırır.
  • Bebeğinizin en sevdiği etkinliği belirleyin ve onu da yatak odasında yapın. Bu, yatmadan önce sabırsızlanmasını ve uyku mekânını sevdiği şeylerle ilişkilendirmesine yardımcı olacaktır.
  • Bebeğinizin yatak odasında gece koşullarını tutarlı hale getirin. Gecenin bir yarısı uyanırsa odadaki sesler ve ışıklar uykuya daldığı andaki gibi olmalı.

Bebeğinizin Gece Uyumasına Yardım Edin

Uykulu Bebeğinizi Yatağa Yerleştirin

Bebeğiniz 6 ila 12 haftalıkken başlayarak onu uykulu olana kadar yatıştırın. Uykunun eşiğinde olduğunda, onu bir yere bırakın ve tek başına dalmasına izin verin. Kollarında tamamen uykuya girene kadar beklemeyin. Bu daha sonrada kurtulmakta zorlanacağınız bir durum haline gelebilir.

Bu alıştırma, bebeğinizi kendi kendine uyuması için eğitir ve gece boyunca uyandığında onu uyutmaya ya da kucaklamaya ihtiyacınız olmayacaktır.

İlk Güvenlik: SIDS Riski (Ani Bebek Ölümü Sendromu)

Doktorlar, bebeğiniz uyurken meydana gelebilecek SIDS şansını düşürmek için şunları yapmanızı öneriyor:

  • Bebeği daima sırt üstü yatarken uyutun.
  • Daima sıkı bir uyku yüzeyi kullanın. Araba koltukları ve çöken, gömülen koltuk, yastık ve benzeri nesneler uyku için tavsiye edilmez.
  • Bebeğiniz sizinle aynı odada, ancak sizinle farklı yatakta olmalıdır.
  • Yumuşak nesneleri veya gevşek yatakları karyolanın dışında tutun. Buna yastıklar, battaniyeler, doldurulmuş hayvanlar ve tampon yastıkları dâhildir.
  • Kamalar ve pozisyon düzenleyiciler kullanmayın.
  • Bebeğinize yatmadan önce bir emzik takın. Emzikleri yüzüne uygun seçin.
  • Bebeğinizin kafasını örtmekten veya aşırı sıcak tutmaktan kaçının.
  • Bu dönemde SIDS riskini azaltmak için satılan ev monitörlerini veya ticari cihazları kullanmayın. Bu cihazlar bebeğin nefesini veya durumunu size iletebilecek kadar hassas olmayabilir.
  • Bebeğinizin tavsiye edilen aşıları olduğundan emin olun.
  • Sigara içmeyin.
  • Bebeğinizi mümkün olduğunca emzirin.

 

Ferber Yöntemi

Ferber Yöntemi,  uyku problemleri olan bebeklerin sorunlarını çözmek amacıyla Dr. Richard Ferber tarafından geliştirilmiş bir bebek uyku eğitimi modelidir. Bebeğinin tek uyumasını isteyen annelerin daha çok başvurduğu bir yöntem olmakla beraber, bazı annelerce çok kabul görürken bazı annelerin reddettiği bir yöntemdir. Bu yöntemi uygulamak için bebeğin 4-6 aylık süreci doldurmuş olması gerekir.

İşte nasıl yapıldığı hakkında genel bir bakış:

Bebeğinizi uykulu haldeyken yatağına bırakın. Yatmadan önce yaptığınız rutinleri yaptıktan sonra odadan çıkın.

Bebeğiniz ağlamaya başlarsa onu kontrol etmeden önce birkaç dakika bekleyin. Bu süre size ve bebeğinize bağlıdır. 1 ila 5 dakika arasında beklemeye başlayabilirsiniz.

Bebeğinizin odasına tekrar girdiğinizde onu rahatlatmaya çalışın. Ama onu terk etmeyin ve ayrılırken ağlamaya devam etse bile 2 veya 3 dakikadan fazla kalmayın. Onun için yüzünüzü görmek bebeğinizin yakında olduğunuzdan emin olması için yeterlidir. Bu şekilde zamanla başına uyuyabilir.

Ağlamaya devam ederse, onu kontrol etmeye başlamadan önce beklediğiniz süreyi yavaş yavaş artırın. Örneğin, ilk kez 3 dakika beklerseniz, ikinci kez 5 dakika, bundan sonra da 10 dakika bekleyin. Ertesi gece ilk kez 5 dakika, ikinci kez 10 dakika ve bundan sonra da 12 dakika bekleyin.

Bu yöntemi benimsemek, ilk birkaç gece zor olabilir. Ancak, bebeğinizin uyku düzeninde 3. günde ya da 4. günde iyileşme görülebileceksiniz. Çoğu ebeveyn, bir hafta içinde iyileşme görür.

İpucu: Ferber Metodunu denemek isterseniz, uyku eğitiminin ilk gecesinden önce iyi dinlendirilmiş olduğunuzdan emin olun. Özellikle ilk geceler için bebeğinizin ağlamalarını dinlemek, saatinizi kontrol etmek ve odasına girip çıkmak için çok zaman harcayacaksınız.

Ağladığında bebeğinizden uzak durmanız zorsa, bu yöntem iyi bir seçim olmayabilir. Araştırmalar ebeveynlerin bu yöntemi uygularken çok fazla strese kapıldıklarını gösteriyor. Bu ağlama krizlerine dayanamayacak ailelerin yöntemi yarıda bırakması veya hatalı uygulamalar yapması farklı sorunlara yol açabiliyor.

Ailecek Yemek Yemenin Çocuk Gelişimi için Önemi

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

Bir masa etrafında oturup yemek yemenin verdiği keyfi herkes bilir. Bütün ailenin bir araya geldiği büyük akşam yemeklerinin tadı damağımızda kalır. Peki bu aile yemeklerinin keyif vermenin yanı sıra çocuğunuzun gelişiminde ve ruh sağlığında çok önemli bir rol oynadığını biliyor muydunuz?

Yapılan araştırmalar her akşam beraber yemek yiyen ailelerin çocuklarının gelişimiyle ilgili çok önemli bazı bulguları ortaya koymaktadır. Düzenli bir şekilde ailecek yemek yemek ailenin çocuklarını bir çok açıdan olumlu bir şekilde etkilemektedir. Bu alışkanlığın çocukların psikolojik ve davranışsal gelişimini desteklediği ve hatta fiziksel olarak da daha sağlıklı olmalarını sağladığı görülmüştür.

Ailenin her akşam bir masa etrafında buluşması ve beraber vakit geçirmesi, çocukların sosyal hayata daha yetkin bir şekilde uyum sağlamayı öğrenmesi için paha biçilmez bir fırsattır. Bunun yanı sıra paylaşımlar yapılan bir akşam yemeği çocuğun kendisini desteklenmiş hissetmesini ve duygusal açıdan beslenmesini sağlar. Benzer etkiler kendini ergenlik döneminde de göstermeye devam eder. Aile yemeklerinin ergenleri depresyona karşı koruduğu ve onlarda kendine güven hissini de arttırdığı bulunmuştur. İşin ilginç tarafı, aile içindeki genel birlik-beraberlik hissi çok yüksek olmasa bile beraber akşam yemeği yemenin koruyucu etkisi görülmeye devam etmiştir.

Aile yemeklerinin diğer bir önemli yanı ise çocukları ve özellikle ergenleri, olumsuz ve uyumsuz davranışlardan korumasıdır. Akşam yemeği alışkanlığına sahip ailelerde, çocukları risk grubunda olsalar bile, madde kullanımı, yaşıtlarına karşı şiddet gösterme gibi uyumsuz davranışların daha az ortaya çıktığı bulunmuştur. Hatta bu gibi ailelerin çocuklarının akademik başarısının ve okul uyumunun daha yüksek olduğu da bulgular arasındadır.

Son olarak beraber akşam yemeği yeme alışkanlığı olan ailelerin çocuklarının, daha sağlıklı yeme alışkanlıkları geliştirdiği görülmüştür. Bu çocukların daha çok sebze ve meyve tükettiği ve şişmanlık oranlarının daha düşük olduğu gözlenmiştir. Çocuklar yeni tatlara açık olmayı ve abur cubur dışında bir şeylerden keyif almayı ancak ebeveynlerini örnek alarak öğrenirler. Aile yemekleri sayesinde yemeğin sadece hızla geçiştirilecek bir zorunluluk değil, tadı çıkartılacak bir ihtiyaç olduğunu görmüş olurlar.

Yani buradan anlaşılıyor ki görünüşte çok basit bir şey gibi gözüken akşam yemeği, ailecek yenildiğinde çocuğunuz için vazgeçilmez derecede önemlidir. Televizyon karşısında yemek yemek yerine her akşam bir sofra etrafında geçireceğiniz bir saat ile çocuğunuzun gelişimi için çok önemli bir adım atmış olursunuz.

Uzman Psikolog Zeynep Tunalıoğlu

Referanslar:

Eisenberg, M. E., Olson, R. E., Neumark-Sztainer, D., Story, M., & Bearinger, L. H. (2004). Correlations between family meals and psychosocial well-being among adolescents. Arch Pediatr Adolesc Med., 158(8), 792–6.

Levin, K. A., Kirby, J., & Currie, C. (2012). Adolescent risk behaviours and mealtime routines: does family meal frequency alter the association between family structure and risk behaviour? Health Education Research, 27(1), 24–35.

Larson , N. I., Neumark-Sztainer , D., Hannan, P. J., & Story, M. (2007). Family meals during adolescence are associated with higher diet quality and healthful meal patterns during young adulthood. Journal of the American Dietetic Association107(9), 1502-1510.

Bebeklere Neden Bal Yedirilmez?

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

Arılar bal yapmak için nektar toplarken botulizm bakteri sporlarını da beraber alıp farkında olmadan bal yapımında kullanabilirler. Yetişkinlerde bu balın yenmesi sorun yaratmaz. Bebeklerde ise hem vücudun savunma ve sindirim sistemleri yeterince gelişmemiş hem de mide hâlâ ancak anne sütünü hazmedebilecek durumda olduğundan, bu bakteri, bir yaşından küçüklerde botulizm adı verilen tehlikeli bir zehirlenmeye neden olabilir. Ancak bir yaşından sonra böyle bir sorun olmadığı gibi, annenin hamilelik ve emzirme döneminde bal tüketmesinde de bir sakınca yoktur.

Botulizm Belirtileri

Bebeğe bal verdikten sonra; düzelmeyen kabızlık, kol-bacak ya da boyun kaslarında gevşeklik, cansız ve zayıf ağlama, emme ve beslenmede azalma, sürekli olarak halsizlik, solunum sıkıntısı- hırıltı gibi belirtilere rastlandığında doktorunuza başvurmanız gerekmektedir.

Belirtiler yenildikten sonra 12-36 saat arasında belirmeye başlar:

  • İnatçı kabızlık
  • Tükürük salgısında azalma
  • Halsizlik, aktivitede azalma
  • Ağlamanın cılız olması
  • Kol, bacak ve boyunda gevşeklik
  • Emme ve beslenmenin bozulması
  • Sinir sisteminin etkilenmesi sonucu felç
  • Göz kapaklarında düşme (pitozis)
  • Göz bebeklerinde büyüme (midriazis)
  • Solunum kaslarının felci sonucu ölüm…

Bebeklerin bağışıklık sistemleri erişkinlere göre daha az gelişmiş olduğu ve bağırsak olgunlaşmadığı için 6 aya kadar alerjen maddelerin bağırsaklardan emilerek kana karışma olasılığı bulunur. 6 aydan önce verilen bal, çilek, kivi, yumurta beyazı, çikolata, kakao gibi alerjen gıda ve maddeler aşırı duyarlılığı tetikleyip ileri yaşlarda bu besinlere karşı alerji ve astım gibi hastalıklara zemin hazırlayabilir.

Korunma Yolları

  • Bir yaşından önce bebeklere kesinlikle bal verilmemeli.
  • Yiyecekleri sağlığa uygunluk kurallarına uygun hazırlamalı.
  • Konserve gıdalar tüketilmeden önce kapağında bombe oluşmadığı kontrol edilmeli.
  • Evde hazırlanan konserveler tam anlamıyla mikroptan arındırılmalı, uygun şekilde kaynatılmalı
  • Her türlü konserve, yenmeden önce en az 15 dakika kaynatılmalı
  • Kuşku duyulan besinlerin asla tadına bakılmamalı, bir fasulye tanesinin bile ölüme neden olabileceği unutulmamalı.

Balın besleyici değeri nedir?

Balın çocukların gelişiminde çok yararlı bir besin maddesidir. Vitamin, mineral, aminoasit, enzimler gibi pek çok yaşamsal maddeyi içeren bal, sindirimi kolaylaştırması, iştah açması ve gelişme bozukluklarında vücudun toparlanmasına yardımcı olması nedeniyle çocuk beslenmesinin vazgeçilmezidir. Çam balı yüksek mineral içerdiği için, çocuklarda demir eksikliğinin giderilmesine katkı sağlar. Balın içerdiği magnezyum, damarlarda kanın pıhtılaşmasını önler ve stresin olumsuz etkilerinden korur. Okul döneminde çocukların algılarını açık tutmalarına yardımcı olur. Kabızlığın önlenmesinde yardımcı olur. Balın süt ve süt ürünleriyle karıştırılması öksürükle boğaz hastalıklarına karsı bilinen en eski korunma yöntemlerinden biridir.  20-25 kilo olan bir çocuğun, günde 20-25 gram, yaklaşık iki-üç tatlı kasığı bal tüketmesi gelişimi için büyük fayda sağlar. Doğal balın kristalleşmesi (şekerlenmesi) olağandır. Balı, 45 derece su içerisinde kavanozuyla birlikte ısıttığınızda eski haline geri döner.

Balın içinde iki temel şeker var. Biri levüloz biri de dekstroz. Bu iki şeker sindirim sistemi tarafından sindirilmeye ihtiyaç duymadan direk kana karışıyor. Bu da hemen enerji veriyor.

Balın içinde protein, vitamin ve mineral var ama kolesterol yok. Anti-bakteriyel bir özelliği var. Bunun nedenini şöyle anlatabiliriz, balın içindeki şeker su molekülleri ile reaksiyona giriyor. Bu da enfeksiyona neden olan bakterilerin ihtiyacı olan suyun yok olması anlamına geliyor. Susuz kalan bakteriler ölüyor.

Bunun dışında balın içindeki enzimler hidrojen peroksit üretiyorlar. Bunlar da serbest radikal üretiyorlar ki bu serbest radikaller bakterileri öldürüyorlar.

Bal sıra dışı bir etkiye maruz kalmadıkça bozulmaz. Balın içinde potasyum, klor, kükürt, kalsiyum, sodyum, fosfor, magnezyum, silis, demir, mangan ve bakır var. Bunlar içerisinde potasyum, kalsiyum ve fosfor hayli fazla.

Koyu renkli olan mı, açık renkli olan mı daha besleyicidir?

Balın rengi ve şeker dengesi toplanan nektarlardan kaynaklanmaktadır. Balın kokusunu, çiçeklerdeki aromalı volatin yağı verir. ½ kg ham nektarı toplamak için 900 bin arının bir gün boyunca çalışması gerekiyor. Bal çok değerli bir besin. Toplanan bu nektarın ise ancak bir kısmı bala çevrilebiliyor.

Koyu renkli ballar açık renkli olanlara göre daha besleyici. Aslında balın vitamin ve mineral değeri arının beslendiği çiçeklere göre değişiyor. Ama doğal olarak binlerce çiçek çeşidi olduğu gibi onlarca da bal çeşidi var. Sizin bebeğiniz için hangi balın daha yararlı olduğunu doktorunuza sorun, çiçek balı mı, çam balı mı, yoksa belli dönemlerde çıkan özel ballar mı, danışın…

Çocukların Günlük Bal Tüketimi

Balın tüketim miktarı önemlidir. Çocukların kilo başına ortalama 1 gr. bal tüketmesi önerilir, örneğin 20-25 kg. olan bir çocuğun, günde 20-25 gr. yani yaklaşık 2-3 tatlı kaşığı bal tüketmesi gelişimi için büyük fayda sağlar. Balın süt ve süt ürünleriyle karıştırılması öksürükle boğaz hastalıklarına karşı bilinen en eski korunma yöntemlerinden biridir. Balın tatlı, sütünse yumuşatıcı özelliği güne dinç bir şekilde başlamanızı sağlar ve tokluk hissi verir. Sütü tatlandırmak amacıyla bal kullanılması çocukların hem bal hem de süt tüketimini kolaylaştırdığı için faydalıdır. Çocuklara yalnız süt yerine ballı süt içirilmesinin kansızlığı ve kabızlığı önlemeye katkı sağladığı ve sindirimi kolaylaştırdığı biliniyor.

Hamilelikte ve Emzirirken Bal Tüketimi

Hamilelik ve emziklilik döneminde annenin bal tüketmesinde herhangi bir sakınca yoktur, hatta faydası bulunmaktadır. Ancak emzirme döneminde annelerin çok sık yaptıkları bir yanlış vardır ki o da bebeğin rahat meme emmesi İçin meme başına bal sürülmesi, ağlamasının kesilmesi veya rahat uyuması için emziğinin bala batırılarak bebeğe verilmesidir. Annelerimizden, anneannelerimizden gördüğümüz bu gelenek maalesef ciddi sorunlara yol açabilmektedir. Vitamin ve mineraller sayesinde besleyici ve birçok hastalıklara karşı koruyucu hatta tedavi edici özellik gösteren balın İçeriğinde şunlar bulunur; Balda zararlı madde olur mu? Nasıl anlaşılır? Bal, doğal bir gıda maddesidir. Doğal biçimde üretilir ve doğada iyi olan ne varsa, içeriğinde bulundurur. Balın doğasında zararlı madde yoktur. Ancak bütün tarımsal ürünler gibi, bal üretiminde de üreticiler, zararlılarla ve hastalıklarla mücadele için ilaçlara başvurmaktadırlar. Bilinçsiz ilaç kullanımı, bazen balda dünya standartlarının üzerinde kimyasal bulunmasına neden olmaktadır. Balda bulunabilecek bu tür zararlı ya da yabancı maddelerin tespiti, ileri teknoloji ile donatılmış laboratuvarlarda, uzmanlarca yapılacak ayrıntılı analizlerle mümkündür. Ülkemizde TÜBiTAK ve birkaç laboratuarda bu analiz yapılabilmektedir. Balın bağışıklık sistemini kuvvetlendirdiği, yara ve iltihapların iyileşmesinde olumlu etkiye sahip olduğu bilinmektedir. Araştırmalarda bal tüketen çocukların büyüme ve gelişme hızlarının daha iyi olduğu tespit edilmiştir.

 

Emziren Annelerde Gaz Yapan Besinler

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

Emziren annelerin çocukları büyüdüğünde; çocuklarının küçüklüğünde yine yaparım dediği şeylerin başında emzirme gelir. Yine de anneler sütünün yetip yetmediği konusunda hep endişelidir. Bebeğiniz haftada çok az, gram ile ölçülecek derecede kilo alıyorsa ve emzirmeyi de doğru yapıyorsanız sütünüz yetiyor demektir, çünkü bebeğinizin yeni doğduğunda midesi çok küçüktür. Yine de acaba sorusu varsa aklınızda, soru işaretinden kurtulmak için bir sağlık ocağına gidebilirsiniz.

Bazı anneler kilo almamak adına ve göğüslerinin sarkacağına inandıkları için bebeklerini emzirmekten kaçınırlar. Oysa bu hem kendileri hem de bebekleri açısından birçok olumsuz sonuçları da beraberinde getirmektedir. Böyle düşünen anneler unutmayın ki sizin ve bebeğinizin sağlığı fiziksel görünümden daha önemlidir. Bu arada tabii ki emzirmek isteyip de bazı sağlık sorunları yüzünden veya başka sebepler ile emziremeyen annelere bir sözümüz yok.

Emzirmek anne ile bebek arasındaki duygusal bağın güçlenmesini sağlayan önemli bir işlevdir. Anne sütünün bebeğe sayısız yararları olduğu gibi, emziren annenin de pek çok hastalıktan korunur. Bebeği birçok hastalığın yanı sıra özellikle; zatürre ve ishal, anneyi ise; yumurtalık ve meme kanserinden koruyan anne sütüdür. Anne sütünün bebeği ilerleyen yaşlarında damar sertliğine, obeziteye ve kolesterole karşı koruduğu da yapılan araştırmalarla bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Yine araştırmalara göre anne sütünü yeterli düzeyde alan bebeklerin ileri yaşamlarında daha başarılı ve aktif oldukları gözlenmiştir. Anne sütünün, anneye olan diğer bir faydası da, emzirme süresince annenin doğal olarak korunuyor olması, yani hamile kalma riskinin en az düzeye inmesi. Emziren annelerde kansızlık sorunu çok az görülür ve anne psikolojik olarak çok rahat hisseder. Çünkü doğum ile birlikte kendini yenilenmiş hisseden anne hormonal ve duygusal olarak da kendinde farklılıklar hisseder.

Anne sütünün bebeğinizin sağlığı ve bağışıklık sistemine olan güçlendirici etkisini bilmeyen yoktur. Ne var ki, gaz yapan yiyeceklerdeki azot, anne sütüyle bebeğe de geçtiği için annelerin yedikleri gıdalara çok dikkat etmesi gerekir. Bu yüzden anne sütünün faydaları yanında annenin yediği gıdalar sonucunda olumsuz etkileri de vardır. Bebeklerin genelde nedeni bilinemeyen, dördüncü aya kadar daha fazla görülen, akşam daha çok olmakla birlikte sıklıkla durmayan ağlamaları vardır. Bebeklerdeki gaz problemleri bebek ister anne sütü alsın isterse çeşitli nedenler yüzünden mama ile besleniyor olsun var olacaktır. Bazı bebeklere önlem de alsanız, yapacağınız hiçbir şey onların gaz problemlerini ortadan kaldırmıyor. Genellikle dördüncü aydan sonra kendiliğinden geçebilir, endişelenmeyin. Bu bir gelişim sürecidir.

Emzirme döneminde bünyeden bünyeye farklılıklar gösterse de genellikle bilinen gaz yapan besinler aşağıdaki gibidir:

Bazı Meyveler
Portakal, greyfurt, erik, kayısı, şeftali, armut gibi meyveler gaz yapımını artırır.

Bazı Sebzeler
Çiğ soğan, lahana, karnabahar, kabak gibi sebzelerin de gaz yapımını artırdığı bilinmektedir.

Gaz İçeren İçecekler
Soda, bira, mayalı gıdalar ve bunlar gibi diğer gazlı içecekleri fazlaca tüketmek gaz oluşumunu arttırır.

Diğer Yiyecekler
Bulgur pilavı, kuru fasulye, kızartılmış gıdalar, dondurma ve çok soğuk besinler gaz oluşumunu artıran faktörlerdir.

Kafein İçeren Yiyecek ve İçecekler
Kafein içeren içecekler, çikolata ve çay da hem gaz yapar hem de bebeklerde uykusuzluğa ve huzursuzluğa neden olur. Bu yüzden gaz yapacağını hissettiğiniz besinleri tüketmemenizde fayda vardır. Yani anne bebeğini emziriyorsa, kendisini gaz yapan yiyeceklerden uzak durmalıdır. Annedeki gaz problemini önleyebilmek için annenin yediklerine dikkat ettiği kadar ayaklarını da üşütmemeye dikkat etmesi gereklidir. Anne yediği bir gıdanın sonrasında bebeğin olumsuz etkilendiğini görüyorsa o gıdayı tüketmemeye de özen göstermeli; katkı maddesi içeren gıdalardan, inek sütünden uzak durmalıdır.

Anne rahatsız olabilir veya başka nedenlerle bebeğini emzirmek istemiyor olabilir. Bu gibi durumlarda anneyi zorlamak yerine bebeğin emdikçe hastalıklardan korunduğunu, annenin sütünün yettiğini ikna yoluyla anlatabilmek daha uygundur. Anne sütü bebeğe yarıyor sözü ikna edebilmenin en etkili cümlesidir. Sütün yarıyor cümlesi anneyi psikolojik olarak rahatlattığı için emzirmeyi kabul oranı arttığı yapılan araştırmalar ile doğrulanmıştır.

Bebeklerdeki ağlama, nöbetler şeklinde ise susturulamıyor ise bir doktora başvurup bu ağlamaların nedeni, gaz sancısından kaynaklanıyor ise bazı yöntemleri uygulamak uygun olacaktır. Gaz sancısı olan bebek genelde ayaklarını karnına doğru çeker, ayaklarını uzatmaya çalıştığınızda ağlar, karnını, kasıklarını masaj şeklinde ovulduğunda bundan hoşlanmaz ağlamaya başlar. Bebeğin gazının gitmesi için, emzirme sonrasında mutlaka gazını çıkarın ve gazının çıktığından emin olun. Emzirmeye devam edecekseniz gazını çıkardıktan sonra emzirmeye devam edin. Bebeğinizin ayaklarına ve karnına, bebeğinizi yakmayacak şekilde sıcak havlular ile sarabilirsiniz. Bebeği, karnının üzerine yatırıp sırtını ovabilirsiniz, kucağa alıp hareket etmek de bazen iyi gelir. Bebeğe çay kaşığı ile bir damla zeytinyağı da içirebilir, ayaklarının altına ve kasıklarına zeytinyağı ile ufak ve sakin hareketlerle masaj yapabilirsiniz. Bunlara rağmen ağlaması durmuyor gaz problemi devam ediyorsa, bebeğinizi bulunduğu ortamdan uzaklaştırmak da çözüm yollarından biridir. Gaz için kullanılan ilaçlar vardır, ancak büyük bir kısmının yan etkileri olduğu için kullanılması tavsiye edilmez. Kullanılması gerekli ise doktorunuza danışmanız en iyisidir.

Bebekleri emzirirken anne sütünün sadece miktarı bebeğin doyması için yeterli değildir, bunun yanında anne sütünün de kaliteli olması gerekir. Çünkü bebeğiniz uzun bir süre anne sütüyle beslenecektir. Gelişmesi ve büyümesi açısından, hastalıklara karşı bağışıklık sisteminin çalışması gerekir. Bu yüzden anne sütü hastalıklardan korunabilmesi için önemlidir. Anne sütünün kalitesi annenin yeterli ve dengeli beslenmesi demektir.

Her annenin süt kalitesi aynı değildir, bazılarının sütü daha yağlıdır, bu annenin hamilelik döneminde vücudun depoladığı yağlardır ve anne sütü oluşumun da kullanılır. Bebek kilo alıyorsa besleniyor demektir. Nadir de olsa çeşitli sebeplere bağlı olarak sütü artmayan anneler vardır, anne sütünü arttırmak için de bir takım öneriler ve uygulamalar vardır. Öncelikle, annenin bebeği memesinden sütü çekebilecek düzeyde tutuyor olması gerekir, yani bebeğinizin memenin ucunu tutuyor olmasından emin olunuz, o daha bebek ve anne sütünü içebilmesi için yardıma ihtiyacı var. Memenin ucunu, meme başı dahilindeki kahverengi halkaya kadar tutuyor olması gerekir, aksi halde emme işlemini bebeğiniz gerçekleştiremez. Doğum sonrası annelerin diyet yapmaması ve beslenmesine dikkat etmesi gerekir. Bunun yanında annenin bol sıvı tüketmesi gerekir. Bu sıvı su olduğu gibi; taze sıkılmış meyve suları, çorbalar, komposto veya ayran olabilir. Sıvı tüketimindeki artış anne sütünü de arttıracaktır. Annenin de enerjiye ihtiyacı olduğu için, bol miktarda ekmekli pirinç, patates gibi nişastalı yiyecekleri yemesi enerji depolaması için gereklidir. Bebekleriniz nasıl ki sık sık karnını doyurma ihtiyacı duyuyorsa, annenin de sık sık yemesi, yeterli derecede kalori alması gerekir. Çünkü anneler emzirme dönemlerinde günde beş yüz kaloriye yakın fazladan enerji tüketirler.

Her ne kadar annenin yemesi ve uzak durması gereken gıdalardan bahsetsek de, yemesi gerekenleri abartmaması gerekir. Yememesi gerekenleri ise sürekli olmamak kaydıyla çok nadir de olsa tadımlık anlamında tüketmesinde fayda da olabilir. Ancak hem annede hem de bebekte alerjik bir rahatsızlık söz konusu olduğunda, o zaman alerjiye sebep olan gıdalardan uzak durmak en doğru olan davranış şeklidir.

Prematüre Bebekler

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

Bebeklerin prematüre olarak kabul edilebilmesi için otuz yedinci haftanın altında doğması gerekir. Prematüre bebekler doğdukları hafta olarak üç grupta toplanır. İleri derecede olarak adlandırılan prematüre bebekler yirmi dört ile otuz bir haftalık olarak doğarlar. Orta derecede denilen prematüre bebekler ise otuz iki haftalık ile otuz altı hafta arası doğan bebeklerdir. Sınırda kabul edilen prematüre bebekler de otuz yedi haftalık doğan bebekler olarak adlandırırlar.

Prematüre bebekler, çok az kilo ile doğdukları için özel bakıma ihtiyaçları vardır. Anne karnında geçirmeleri gereken süreyi dışarıda geçirmeleri bebekler için oldukça zorlu bir süreçtir ve süreyi yoğun bakım odalarında tamamlamak zorunda kalmalarıdır. Erken doğan bebeğin derisinin rengi kırmızıdır. Derisinin altındaki yağ dokusu erken doğduğundan gelişmediği için derisi buruşuktur, kulakları küçük ve yumuşak olduğu için kulaklarının üzerine yatırılmaması gerekir. Nefes alış verişi zayıf, ağlaması ise hem tiz hem de duyulamayacak kadar azdır ses olarak. Başı bedeninden büyük görülebilir, ne kadar erken doğduysa başı o kadar büyüktür genellikle ileri derecede prematüre olarak doğan bebekleri buna örnek verebiliriz ve vücut ağırlıkları genelde iki yüz elli gramın altındadır.

Prematüre bebeğin derisi çok incedir ve damarlarını görebilirsiniz, hassas deriye sahip olan bebeğinizin cilt bakımını da dikkatli yapmalısınız.

Erken Doğum Nedenleri
Erken doğumların birçoğunda şu yüzden erken doğum oldu denilebilecek neden yoktur, ne var ki bazen erken doğum riskini arttıran sebepler vardır. Bunlar enfeksiyonlara bağlı rahatsızlıklar, özellikle idrar yolu enfeksiyonudur, plesanta ile ilgili normal olmayan durumlar, annenin çok genç yaşta olması, uyuşturucu kullanıyor olması, üreme teknikleriyle ilgili olan hamileliklerde (çocuk sahibi olabilmek için tedavi gören annelerde), annenin yaşının kırkın üzerinde olması veya on sekizin altında olması, annenin çok zayıf ve kansızlık problemi olması, amniyon sıvının az veya çok olması, hamilelikte yüksek tansiyon olması, aşırıya kaçan fiziksel aktiviteler gibi birtakım sebepler sayılabilir. Stres de faktörlerden biri olabilir. Ama erken doğumlarda sebep kesinlikle şudur denemez. Sadece erken doğuma sebebiyet verecek risk faktörleridir.

Erken doğum olayını önlemek için, erken doğum tehdidi altında bulunan annenin hastahanede serum, gerekirse sancı azaltıcı ilaçlar ile tedavisine başlanır, sancıların durması halinde anne eve gönderilir ancak çok fazla yorulmaması, fazla ayakta durmaması, genelde yatak istirahati halinde olması, susuz kalmaması gerekir. Doktorların eve tedavi için gönderdikleri anneye verdikleri erken doğumu önleyici ilaçlarını aksatmadan kullanmaları gerekir.

Erken Doğum Öncesi Sorunlar Nelerdir?
Annenin çeşitli nedenlerle erken doğum riski varsa veya erken doğum olacağı biliniyorsa, anne karnındaki bebeğinizin akciğerlerinin gelişimini hızlandırmak için kadın doğum doktorunuz, size bir tedavi uygulayacaktır. Ancak bu tedavi tamamıyla bebeğinizin ciğerlerinin gelişimi için yeterli olmayacaktır. Anne karnında başlayan bu tedavi sonunda, bebeğinizin erken doğduğunda yoğun bakım tedavilerinden korunmasını sağlayabilirsiniz.

Erken Doğum Sonrası Sorunlar Nelerdir?
Prematüre bebeğin doğum kilosu ne kadar az ise bakımı da o kadar zordur, yoğun bakımdan çıkan bebeğinizin evde geçireceği sürede hem dikkat edilmesi gereken konular hem de baş edilmesi gereken sorunlar vardır.

Prematüre bebeklerin gelişimi normal doğan bebeklere göre daha geçtir. Oturması, yürümesi, başını tutabilmesi, anlaması uzun zaman alabilir. Erken doğan bebeklerin işitme problemi bir sorun olarak ortaya çıkabilir. Kas gelişimi yavaş olduğu için elleri ve ayaklarıyla yapması gereken tutma, yürüme işlevleri de gecikecektir. Taşıyabileceği bir nesneyi yerinden alıp başka bir yere götürmede zorlanacaktır. Yürümesinde problemler olabilir, ancak bu problem fizik tedavi ve egzersizlerle zaman alsa da aşılabilecek bir durumdur.

Otuz ikinci haftadan önce doğan prematüre bebekler solunum cihazına bağlanmışsa aile bir süre evde de bu solunum cihazını yani oksijen tüpünü kullanmak zorunda kalabilir, akciğer yetersizliğine bağlı olarak yaşanan pek çok hastalıkların sonucunda bebeğinizin virüslere bağlı olarak yaşayacağı sıkıntıları önlemek adına hijyene çok fazla dikkat etmeniz gerekir. Erken doğan bebeğiniz için bir başka risk uzun süre yüksek miktarda aldığı oksijene bağlı olarak yaşayacağı göz sorunlardır.

Bunların dışında, erken doğan bebeklerde görülebilecek birtakım sorunlar da vardır. Bunlardan bir tanesi apne diye adlandırılan ve otuz yedi haftadan önce doğan bebeklerde solunumun yirmi saniyeden fazla durmasıdır. Anemi, testler için sürekli kan alımı ve demir eksikliği nedeniyle gelişen kansızlık. Erken doğan bebeğin birçok gelişimi tamamlayamadığı gibi vücut için gerekli olan, yeterli miktarda yağ oranına sahip olamayan bebeğin hipoglisemi denilen vücudundaki yağ yetersizliği. Erken doğan bebeklerde sarılık da bir risk olarak görülebilir. Otuz dört haftadan önce doğan bebeklerde akciğerlerinin gelişememiş olmasından kaynaklanan solunum yetmezliği olabilir, genellikle doğduktan dört beş saat içinde görülür. Prematüre bebeklerde görülen bir başka sorun da bağışıklık sisteminin de gelişememesinden kaynaklanan enfeksiyon kapma oranının yüksek olması. Hastahanede uzun süre kalma, beslenme düzensizliği ve yapılan tedaviler de enfeksiyonu tetikleyen durumlardır.

Prematüre Bebeğin Bakımı Nasıl Olur?
Bebeğiniz prematüre olarak doğduysa genellikle iki yıl gibi bir süre özel bakıma ihtiyaç duyar. Bebeğinizin nefes alış verişi sürekli kontrol etmeli, her dokunmadan sonra eller yıkanmalı, bebeğiniz için kullanılan tüm malzemelerin hijyenine dikkat edilmeli, bebeğiniz prematüre doğduğu için derisi kuru olması nedeni ile cildi ılık su ile temizlenmeli, gerektiği ölçüde cildi yağlanmalı, bebeğinizin yatış konumunu iki üç saatte bir değiştirmelisiniz. Oksijen verilmesi gerekiyorsa bebeğe değil ortama uygulanmalıdır. Normal doğan bebeklerden daha fazla üşüyeceği için ortamın ve bebeğinizin vücudunun sıcak tutulmasına özen göstermelisiniz. Anne ile tensel temas bebeğinizin vücut ısısının korunması için oldukça önemlidir. Tensel temasta daha önemli olan duygusal bağın sağlanıyor olmasıdır. Böylece bebeğiniz sevginizi hissettiğinde toparlanması daha çabuk olur ve yaşamla mücadele etmesi bir o kadar kolaylaşır.

Bu sayılanlar çok büyük sorunlar olarak görülüyor ise de günümüzde ki modern tıp ve teknolojinin birlikte çalışmasıyla sayılan riskler en aza indirgenebiliyor veya bazı durumlarda tamamen ortadan kalkabiliyor. Bu zorlu süreçte ailenin sabrının sınırları zorlanabilir, ümitsizliğe düştükleri zamanlar olabilir. Ancak sabırlı, kararlı ve sevgiyle yaklaşmanın sonucundaki huzur tamamen sağlığına kavuşmuş bebeğinizi gülümserken görmektir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, prematüre doğan bütün bebeklerde birtakım sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunlar bazı bebeklerde kısa zamanda belirtiler gösterirken bazı bebeklerde ise bir zaman sonra ortaya çıkan sorunlardır. Çünkü bebeğin anne karnındaki gelişimleri tam anlamıyla tamamlanmadığı için sorunların bir kısmı aylar sonra bile ortaya çıkabilmektedir.

Kısa zaman içinde çıkan sorunlardan en önemlisi solunum sistemleri gelişmemesidir. Yani vücuda yeterli derecede oksijen alamayan bebeklerde nefes alma verme problemleri, -bu problem özellikle otuz beşinci haftadan önce doğan bebeklerde kısa süreli solunum durmasına yol açar- kan basıncına dayanamayan bazı organlarda yırtılma veya çatlama olabildiği gibi kalpte de sorunlara yol açar, yine beyne yeterli derecede oksijen gitmediği için yirmi sekiz aydan önce doğan bebeklerde beyin kanamaları olabilmektedir. Vücuttaki yağ depolama sistemi de gelişmediğinden, bebeğin vücudu kolay kolay ısınamaz ve vücut ısısı belli bir derecenin altına indiğinde hipotermi adı verilen solunumun ve kan şekeri seviyesinin düşmesine neden olur, sindirim sistemlerinde gelişmediğinden bağırsak problemleri, bunlardan başka sarılık ve kansızlık, metabolizma ile ilgili sorunlar, bağışıklık sisteminin yetersizliğinden enfeksiyon bulaşma riskleri olabilir.

Uzun zaman sonra ortaya çıkan olabilir sorunlar ise, beyne giden oksijenin yetersiz olması ve zayıf kan dolaşımı nedeniyle beyin felci, geç algılama ihtimalleri, görme sorunları, davranış bozuklukları sayılabilir. Okul çağına gelen çocuklarda ilk okula başladıklarında adaptasyon ve başarısızlık görülebilir. Bunlardan başka erişkinlik dönemlerinde şeker ve kalp riskleri de sayılabilmektedir.

Okullardaki Bulaşıcı Hastalıklar

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

Yeni dönemde okulların açılması ile birlikte anne ve babaların en büyük kabusu olan çocuklarına bulaşan birtakım hastalıklardır. Anne ve babalar için okul çocuklarını güvenle emanet edebilecekleri bir yuvadır ve çocuğun aileden sonra sosyalleştiği, topluma girdiği ilk yerdir. Çocukların aile ortamından ilk defa ayrılması durumunda çocuklarda birtakım ruhsal ya da sosyal sorunlar yaşanmaktadır, çocukların bu tür sorunlar yaşadığı dönemde onların desteklenmesi ve onlara daha yakın bir ilgi gösterilmesi gerekmektedir. Çocuklar için okul, onların sosyal aktivitelere katılabileceği ve sağlık gibi önemli bir alanda birtakım alışkanlıkların kazanabileceği bir yerdir. Okullarda havaların soğuması ve çocuğun aile ortamından sonra yeni, kalabalık bir ortama girmesi çocuklarda hastalık çıkarabilir. Okul, sınıf gibi kalabalık ortamlarda belirli bir süre geçiren çocukların bağışıklık sistemi, yetişkinler kadar güçlü bir şekilde gelişmediği için çocuklar çok sık bir şekilde hasta olmaktadır. Çocuklar kendi evlerinde çok hijyen bir şekilde yaşadıkları için, okul gibi kalabalık bir ortama girdiklerinde ve sınıf gibi kalabalık bir ortama girdiklerinde çok çabuk bir şekilde hasta olabilir. Eğer çocuğun sınıfında hastalık virüsü taşıyan bir çocuk varsa, diğer çocukların da hasta olma ihtimali çok yüksektir. Çünkü hastalık virüsü taşıyan çocuğun bir kere bile hapşırması, hastalığın sınıf ortamında yayılmasına neden olmaktadır. Bu nedenle hastalık virüsü birçok çocuğa bulaşmış olmaktadır. Okullarda aynı zamanda kanama, bayılma, zehirlenme, karın ağrısı gibi rahatsızlıklar da görülmektedir. Bulaşıcı hastalıklara karşı öğretmenlerin çocukları mutlaka bilgilendirmeleri gerekmektedir. Eğer sınıfta hasta olan bir çocuk varsa onun hastalığı bitinceye kadar dinlenmesi gerekir ve bunun için hastalığı bitinceye, kendisini iyi hissedinceye kadar ailesinin okula göndermemesi gerekmektedir.

İnsan vücudunu mikroplara, bakterilere karşı koruyan bağışıklık sisteminin güçlü olması çok önemli bir durumdur. İnsan vücudu ancak bağışıklık sisteminin güçlü olması durumunda mikroplara karşı çok güçlü bir şekilde korunur. Eğer mikroplar ya da bakteriler insan vücuduna bir şekilde girerse, bağışıklık sistemi bu sefer mikropları girdiği noktada yok etmeye çalışır. Bağışıklık sistemi mikropların girdiği noktada mikropları yok etmede başarılı olamaz ise, mikropların insan vücuduna daha çok yayılmasını önleyerek insan vücudunun sadece sınırlı bir bölgesinin enfeksiyonda kalmasına yardımcı olur. İnsan vücudunda bulunan bağışıklık sistemi, insanı ömrü boyunca hastalıklara karşı daima korumaktadır. İnsan vücudunda bulunan bağışıklık sisteminin işlevini akyuvarlar, dalak, timus, lenf bezleri ve kemik iliği gibi birçok organın sağlıklı, güçlü bir şekilde çalışması yerine getirir. Bağışıklık sisteminin güçlenmesi için ilk olarak anne sütü ile beslenme başta olmak üzere, çocukların gelişim çağında daha önceden geçirmiş olduğu hastalıklar ve uygulanan aşılar büyük, etkili bir rolü oynar. Bu nedenle çocukların gelişim çağında enfeksiyonel hastalıklar çok daha sık ortaya çıkar. İnsan vücudunda bulunan bağışıklık sistemi kötü beslenme, uykusuzluk, aşırı stres, olumsuz hava şartları ve yorgunluk gibi durumlarda yavaş yavaş zayıflamaktadır.

Okullarda Bulaşıcı Hastalıklar Nelerdir?
Okulların açılması ile birlikte ve aynı zamanda havaların da soğuması ile okullarda çok sık görülen bulaşıcı hastalıklar da ortaya çıkmaya başlar. Okulların açılması ile birlikte milyonlarca çocuğun en büyük tehlikesi bulaşıcı hastalıklardır. Yeni öğretim hayatının başlaması ile birlikte birtakım bulaşıcı hastalıklar ortaya çıkmaktadır ve bu hastalıklar Hepatit A yani sarılık, grip, bağırsak solucanları, kabakulak ve uyuz vb. gibidir. Çocukların çok basit yöntemler ile birlikte bu tür bulaşıcı hastalıklardan korunması çok kolaydır. Özellikle okul hayatına ilk defa adım atmış olan çocukların, hiçbir koruyucu jelatini, ambalajı olmayan ve açıkta satılan yiyeceklerin tüketmemesi gerekmektedir. Çocukların yemek saatinden önce ve sonra ellerinin yıkanması, aynı zamanda tuvaletten sonra da ellerinin sabunla yıkanması bu tür hastalıkların bulaşmasını önlemede çok başarılı tedbirler arasında yer almaktadır. Okul gibi kalabalık ortamlarda bulunan çocuklar çok daha sık bir şekilde bulaşıcı hastalığa yakalanmaktadır. Çünkü çocukların bağışıklık sistemi bir yetişkinin bağışıklık sistemine göre daha az gelişmiştir. Çocuklar her gün sınıf gibi kalabalık bir ortamda altı ya da sekiz saat boyunca bir arada eğitim görmektedirler, bu nedenle uzun süre bir arada kalan çocukların bulaşıcı bir hastalığa yakalanma ihtimali çok yüksek olmaktadır. Sağlıklı olan çocuklar derslerinde çok daha fazla başarılı olmaktadır. Bu nedenle çocukların hasta olmasını engellemek için birtakım önlemler alınmalıdır. Çocukların okulda bulaşan birtakım hastalıklar bulunmaktadır. Bu bulaşıcı hastalıklar şunlardır.

Kızamık
Özel bir virüs ile ortaya çıkan ve aynı zamanda bulaşıcı olan bir çocuk hastalığı olarak bilinmektedir. Yetişkin bir insan hayatında sadece bir kere kızamık hastalığı geçirir, eğer çocukluğunda kızamık geçirmeyen bir birey varsa, yaşlılığında geçirme ihtimali çok yüksek olmaktadır. Kızamık özellikle sonbaharda okulların açılması ile artış göstermektedir. Kış aylarında özellikle Mart ve Nisan’da da kızamık hastalığı ortaya çıkmaktadır. Yaz aylarında hiç rastlanan bir hastalık değildir. Kızamık sağlıklı bir insana, hasta olan insanın tükürük damlacıkları, öksürüğü ya da konuşması ile bulaşmaktadır. Çok iyi bir şekilde havalandırılan ve aynı zamanda güneş alan bir alanda kızamığın bulaşma ihtimali bulunmamaktadır. Hastanın kullanmış olduğu oyuncak, çamaşır, bardak, çatal, kaşık gibi bir şekilde bulaşma ihtimali bulunmamaktadır. Kızamığın belirtileri, hafif titreme ve ateşin çıkması ile başlamaktadır, aynı zamanda kızamık olan çocukta bir nezle hali bulunmaktadır. Kızamık hastalığı olan çocuğun gözleri kızarmıştır, ışığa bakmakta çok zorlanır, bademcikleri şişer ve öksürük bulunur. Çocuğun cildinde kırmızı lekeler oluşmaktadır. Hastalık zamanında oluşan kırmızı lekeler beş ya da yedi gün içerisinde kaybolmaktadır.

Grip
Gribal enfeksiyon hastalıklarından biri olan grip, özellikle soğuk kış aylarında ya da mevsim değişikliği gibi durumlarda ortaya çıkar. Çocukların ise okula başlaması ile kalabalık bir ortamda bulaşma ihtimali çok daha fazladır. Çocuklar okula başlamadan önce oldukça hijyenik bir evde yaşar, okula başladıklarında ise daha çok mikrobik bir ortama geçiş yapar. Çocukların bu ani ortam değişikliği ve bağışıklık sisteminin çok gelişmemesi sebebi ile grip ortaya çıkmaktadır. Okul gibi kalabalık bir ortamda bir çocuğun grip olması onunla birlikte birçok çocuğun grip olması anlamına gelmektedir. Çünkü gripli olan bir çocuğun hapşırması ile gribal mikroplar havaya yayılır ve bağışıklık sistemi güçsüz olan çocuklara çok rahat bir şekilde bulaşır. Gribin birtakım belirtileri bulunmaktadır. Bu belirtiler, burun akıntısı, hapşırık, burun içinde ortaya çıkan kaşınmalar, halsizlik, yorgunluk, ateş, terleme ve boğazda meydana gelen ağrı gibidir.

Kabakulak
Genellikle kulak altı başlangıç noktası olan bu hastalık tükürük bezlerinde ortaya çıkan ağrılı büyüme şeklinde olan bulaşıcı bir virüs hastalığıdır. Kabakulak okul çağında olan çocuklarda çok sık görülmektedir ve doğrudan temas yolu ile bulaşıcı olmaktadır. Kabakulak virüsü genellikle insan vücuduna ağızdan girer ve aynı zamanda tükürük bezlerinde şişme ortaya çıkmadan önce bir ya da altı gün boyunca tükürükte virüs bulunur. Tükürük bezleri şiş olduğu sürece beş ya da dokuz gün virüs bulunur. Kabakulak kızamık ya da suçiçeği kadar bulaşıcı özelliğe sahip olan bir hastalık değildir. Kış sonunda ya da ilkbaharda çok sık bir şekilde çocuklarda görülmektedir. Hastalık her yaşta görülse de genellikle beş ya da on yaşındaki çocuklarda daha sık ortaya çıkmaktadır. Orta ya da yüksek şiddetli bir hastalık yaşanıyorsa, birtakım belirtileri bulunmaktadır. Bu belirtiler, yüksek ateş, baş ağrısı, kas ağrıları, iştah kaybı, yorgunluk ve kulak altında ortaya çıkan şişliklerdir. Çocuklarda çok sık bir şekilde görülen kabakulak aşılama yöntemi ile önlenebilmektedir. Kabakulak hastalığına sahip olan çocukların hastalık süresi boyunca okula gönderilmemesi gerekmektedir. Çünkü kabakulak damlacık yolu ile bulaşmaktadır.

Suçiçeği
Suçiçeği hastalığı genellikle çocuklarda çok sık görülen hastalıklardan biridir. Suçiçeği hastalığı ağır belirtileri bulunmayan ve aynı zamanda virüs özelliği olan bulaşıcı bir hastalıktır. Suçiçeği hastalığının ortaya çıkmasına neden olan varicella-zoster adlı bir virüstür. Varicella-zoster adlı virüs suçiçeği ve zona hastalıklarının oluşmasına neden olmaktadır. Suçiçeği, bu virüsün birinci enfeksiyonu olma özelliğine sahiptir ve aynı zamanda çocukluk çağı hastalığıdır. Zona hastalığı daha önceki dönemlerde suçiçeği hastalığını geçirmiş olan çocukların yetişkinlik ya da ihtiyarlık zamanlarında ortaya çıkan bir hastalıktır. Suçiçeğinin bulaşıcılık süresi döküntüler başlamadan bir ya da iki gün önce başlamaktadır. Bu döküntüler kabuklanana kadar devam etmektedir. Bu döküntüler ise direkt temasla bulaşmaktadır.

Bulaşıcı Hastalıklardan Korunma Yolları
Çocukların okula başlamadan önce mutlaka genel bir muayeneden geçirilmesi gerekmektedir. Okullarda her öğrencinin sağlık dosyasının bulunması gerekir. Bu sağlık dosyalarında çocuklarda olan mevcut hastalıklar, birtakım hastalıklara yatkınlığı bulunan özellikler, öğretim yılı içerisinde ortaya çıkan sağlık sorunları ve uygulanan tedaviler gibi özellikler bulunmalıdır. Okullarda belirli bir zaman aralığında sağlık taramalarının yapılması gerekmektedir. Bu sağlık taraması görme, işitme, bulaşıcı hastalıkların bilinmesi ve erken teşhis konulabilmesi açısından çok yararlı bir uygulamadır. Bulaşıcı hastalık teşhisi konulan çocukların hastalıkları geçinceye kadar okula gönderilmemesi gerekmektedir. Okullarda bulaşıcı hastalığı önleme yöntemi olan aşılar periyodik olarak uygulanmalıdır.

Doğayla İçiçe Büyüyen Çocuklar

Gönderildiği yer: Outdoor | 0

Bilgi Kozası Anaokulu’ndan Esra Hanım’ın bir yazısını paylaşıyoruz bugün. Kendisinin değerli tespitlerini çocuklarımızı neden doğayla içiçe büyütmek için çırpındığımızı gayet net bir şekilde anlatıyor. İşte o yazısıyla Esra Gür Demirbaş;

Daha üniversitedeyken küçük çocuklarla çalışmaya karar verdim, meslek seçimimi de bu yönde yaptım. Pedagoji eğitiminden sonra kısa süre ilkokulda rehberlik yapıp, uzun süre evim olacak ve hala olan anaokuluma geldim. Yüzlerce çocukla tanışma, hayatına dokunma fırsatım oldu.

Bizim jenerasyon anne-babalar, çoğunlukla sokakta oyun oynayarak büyüyen bir nesildik. Şimdi maalesef kendi çocuklarımızın sokakta yaşıtları ile oyun oynamasına izin veremiyoruz. Malum bir sürü sebepten dolayı dört duvar arasına hapsolmaktan, dışarıda oyun oynamanın önemini unuttuk maalesef… Durum böyle olunca benim için çocukların bahçede, doğada olması daha mühim oldu. Okulda her hava koşulunda mutlaka günde bir saati bahçede geçiriyorduk ama bunun daha ilerisi ne olur diye araştırınca, doğada eğitim üzerine yoğunlaştım. Aldığım eğitimlerle birlikte her hafta çocukları ormana götürmeye, orada zaman geçirmeye, çocuklara eğitimimizi orada da vermeye başladık.

Orman deyince hemen önümüze çıkan ağaçlık yeri seçmedik tabi. Önceden risk analizleri yapılmış olan aynı alana götürdük çocukları hep. Böylelikle çocuklar hep aynı yerde doğayı deneyimledikleri için kendilerini güvende hissederken, bulundukları yeri bir sınıf gibi görmeye başladılar. Tıpkı okuldaki sınıflarını benimsemeleri gibi, gittikleri bölgede de kendilerini oraya ait hissettiler. Mevsimler geçtikçe doğadaki değişimi fark etmeye başladılar.

Bazen onları şaşırtmak, heyecanlandırmak için yine tabi ki bizim daha önceden bildiğimiz orman yollarına saptık, yeni yerler keşfetmelerine izin verdik. Çocuklar yaşları itibariyle zaten çok meraklılar. Doğal yaşamının içinde keşfe çıkan, elleyen, dokunan, soran, araştıran çocuk, tahmininizden çok daha fazla deneyim ediniyor. Yaklaşık bir senedir çocukları düzenli olarak ormana götüren bir eğitimci olarak neler mi gözlemliyorum?

Çözüm bulma yeteneği ve kendine güvenin artması

Orman tabi ki sokaklar, caddeler gibi dümdüz değil. Çukurlar, yükseltiler var. Çocuklar o kadar alışıklarki dümdüz yollarda yürümeye… Ormanda koşmaya başlayınca devrilir oldular. Baktılar kaldıran yok, elini tutan yok, yolu gösteren yok, mecbur kendi sorununu kendi çözme yolunu buldular. Mesela devamlı düşen bir çocuğumuz dal ile kendine yol açıp, düşmeme yöntemini keşfetti. Ormanda düşmemek, oyun oynamak, gezmek için kendi yöntemlerini buldukça kendilerine güvenleri arttı.

Çevrelerindeki her şeyi bir oyun ya da oyuncağa dönüştürmeleri

Durmadan oyuncak aldığımız, yeni oyuncak istemekten hiç vazgeçmeyen çocuklarımız aslında çevrelerinde hiç oyuncak olmadığında yaratıcılıklarıyla kendi oyun ortamlarını yaratabiliyorlar. Hele doğadaysanız çocuğun ayrıca oyuncağa ihtiyacı olmuyor. İki dal ve bir kütükle neler yapılabileceğine, küçük bir su birikintisinin kocaman bir deniz olabildiğine, taşları üst üste koyup nasıl sahne yapılabildiğine ve daha yüzlerce birbirine benzemeyen oyunun üretilmesine şahit oldum. Çocukların hiçbiri oyuncak aramadı ormandayken.

Anı yaşama ve farkındalık seviyesinin artması

Bir sınıf dolusu yerinde duramayan çocuğun bir kuşun sesini dinlemek için sessiz kalabilmesini; yaprakların üzerine düşen çiğ tanelerini uzun uzun izlemelerini ya da hayatında ilk defa elleriyle kuş besleyen çocukların heyecanını görmeniz lazım. Mevsim değişimlerini her hafta gittiğimizde farketmeleri ve değişimin nasıl olduğunu takip etmeleri her ormana gittiğimiz giderek daha da arttı. Hatta daha önce bizim bile dikkat etmediğimiz küçük detayları onlar farkeder oldu.

Doğaya, arkadaşına ve hayvanlara saygı ve sevgi gösterme

Her orman sabahında gökyüzünü, ağaçları, bulutları, ormandaki hayvanları selamlamayı, ormanda rahat yol alabilsin diye sonbahar yapraklarını bir solucanın önünden çekmeyi, ağaç gövdelerine “arkadaşım” diye sarılmayı, fırtınadan dalı kırılmış bir ağaca “geçmiş olsun” demeyi kısacası doğanın bize verdiklerini ondan isterken izin almayı keşfettiler. Bir ağaç dalını tek başına taşıyamadıklarında birbirleriyle beraber çalışıp, dayanışmayla neler başarabileceklerini gördüler. Çocukların doğaya, doğanın çocuklara ihtiyacı olduğunu gördüler.

Her hava koşulunda eğlence

Soğuk, yağmurlu havada dışarı çıkmaya üşenmek ya da “aman hastalanır” diye endişelenmek biz büyüklerin “hüsnü kuruntusu”. Çocuklar her havada oyun oynayabiliyor. Kırağı düşmüş yaprakların çıkardığı sese heyecanlanıp ilk ben basacağım diye koşuyorlar ya da küçük bir rampanın yağmurdan çamur olmuş toprağından kaydırak yapıyorlar. Üşümemek için hareket etmenin önemini inanın onlar bizden çok daha iyi biliyor. Sıcak havalarda sineklerin dansını izlemeyi de onlardan öğrendim. Yağmur ya da kara uygun kıyafetlerle çamurda oynayabileceklerini söylediğimizde gözlerindeki parlaklık ve sevinç ise paha biçilmez.

 

Çocuklarımıza Zarar Veren Yiyecekler

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

Türkiye’de hamburger ve diğer fast-food kategorisinde yer alan yiyecekler, özellikle çocuklar ve gençler tarafından çok fazla tüketilmektedir. Fast-food kategorisinde yer alan yiyeceklerin gerek fiyatının uygun olması gerek reklamlarının televizyon, internet, dergi ve gazete gibi yayın organlarında çok sık yer alması neticesinde tüketimi de her geçen gün hızlı bir şekilde artmaktadır. Özellikle Türkiye’de fast-food içerikli yiyeceklerin tüketimi dört ya da beş yaşına kadar inmiş durumdadır. Türkiye’de dört ya da beş yaşında olan çocukların fast-food kategorisindeki yiyeceklerin tüketiminin çok fazla artması sonucunda çocukların ilerleyen yaşlarda kalp hastası olma riski artmaktadır. Türkiye’de hamburger ve en çok tercih edilen içeceklerden biri olan kolanın ilk tüketimi çocuklarda bir yaşa kadar inmiştir. Amerika ve Avrupa gibi büyük ülkelerdeki fast-food firmaları, artan şikayetler nedeni ile; basının, kamuoyunun ve hükümetlerinin baskısı ile bu ürünlerin yapımında kullanılan sağlıksız, zararlı yağların kullanımına son vermeye başladılar. Özellikle obezite ve aynı zamanda kalp hastalıklarının en büyük nedenlerinden biri olarak ilk sırada fast-food kategorisindeki yiyeceklerin çok fazla tüketimi gelmektedir. Fast-food içerikli yiyeceklerin çok fazla tüketilmesi durumunda, çocukların vücutlarında birtakım tahribatlar olur. Türkiye’deki hamburger ve fast-food tarzı yiyeceklerle çok fazla beslenen çocuklarda ilerleyen yaşlarda birtakım kalp hastalıkları riski artmaktadır. Hatta on üç aylık ya da yirmi dört aylık çocukların çoğunluğu kola içmekte ve ilerleyen yaşlarda ise bu oran daha çok artmaktadır. Anneler ve babalar çocukları fast-food tarzı yiyecekler yememesi, asitli içecek içmemeleri konusunda uyarmalı, takip etmelidirler. Çocuklar için asıl tehlike fast-food tarzı yiyeceklerin çok sık bir şekilde tüketilmesidir. Çocukların fast-food kategorisinde yer alan yiyecekler tüketmesine izin veren aileler, yirmi yıl gibi bir süre sonra çocuklarının kalp hastalıkları, obezite ve hatta diyabet gibi hastalıklara sahip olmalarına göz yummuş olur.

Fast-food kategorisinde yer alan yiyeceklerin merkezi olan Amerika’da çoğu insan çok fazla fast-food tükettiği için normal kilonun çok üzerinde bir kiloya sahiptir. Çocukların ileriki yaşlarında yaşayacakları birtakım hastalıkları önlemek şu an ailelerin elinde. Ailelerin çocukları beslenme konusunda yönlendirmeleri gerekmektedir. Türkiye’de yanlış beslenme ya da genetik faktörler sonucunda yaklaşık iki yüz bin kişinin kalp hastası olduğu bilinmektedir. Türkiye’de yanlış beslenmenin sonucunda ortaya çıkan birtakım hastalıkları önlemek için birtakım çalışmaların başlatılması gerekmektedir. Şu an yanlış beslenme sonucunda kalp hastası olan bireylerin sayısı, birkaç yıl sonra çok daha hızlı bir şekilde artış gösterecektir. Türkiye’de Amerika’da olduğu gibi yüz ya da yüz on kiloya sahip olan bireyler hızlı bir şekilde artacak ve şişman oranı çok fazla arttığı için hiç kimse şişman, sağlıksız bir birey olduğunun farkında bile varamayacak hale gelecektir.

Çocuklara Zararlı Yiyecekler
Her gün Türkiye’de yeni ve çok sağlıksız koşullarda hizmet veren fast-food firmalarına bir yenisi daha eklenmektedir. Bu tür ürünlerin içerisinde yağ olarak iç yağının kullanılmasından dolayı bu ürünler insan vücudunda alışkanlık haline gelmektedir. Bu nedenle bir kere yedikten sonra insan vücudu hep yeme ihtiyacı hissetmektedir. Özellikle hamburger içerisinde olan et ya da tavuk ürünlerinde iç yağı yüzde altmış gibi ciddi bir yüksek orana sahip olmaktadır. Fast-food ya da abur cubur olan ürünlerin içerisinde iç yağının bulunması ürünlerin lezzetini sağlar. Bazı uzmanlar iç yağı ile hazırlanan ürünleri sigaraya benzetmektedir. Sigarada içindeki birtakım maddelerden dolayı alışkanlık yapmakta ve sigarayı bırakmakta insanlar çok zorlanmaktadır. Aynı durum fast-food ve abur cubur kategorisinde yer alan besinler için de geçerlidir. Bir kere tadına baktığınız zaman canınız sürekli o ürünü hem yemek hem de normal orandan çok daha fazlasını yemek isteyecektir. Fast-food ürünlerin çok tüketilmesi için firmalar her türlü kolaylığı göstermektedirler. Çocukların pratik ürünlerle beslenmesi çok yoğun bir şekilde çalışan anne ve babalar için de çok cazip bir seçenek olmaktadır.

Dondurulmuş Et
Çocukların fast-food kategorisinde yer alan hamburgerlerin içerisinde bulunan köfte ya da tavuk, dondurulmuş etten yapılmaktadır. Sipariş verildikten sonra dondurulmuş et mikrodalga fırınlarda kısa bir sürede buzdan ayrılmış ve tüketime hazır hale getirilir. Dondurulmuş et sadece hamburger içerisinde bulunan et ya da tavuktan ibaret değildir, aynı zamanda köfte, pizza, lahmacun ya da pide gibi daha çok yetişkinlerin tercih ettiği yiyeceklerde de dondurulmuş et kullanılmaktadır. Çocukların metabolizmalarını bozan bu yiyecekler tüketilirse çocuklar çok çabuk acıkmaya ve bir önceki yedikleri porsiyon onlara yetmemeye başlamaktadır. Her seferinde daha çok yeme isteğini ortaya çıkar.

Çay
Çay genellikle yetişkinlerin çok sık tüketmiş olduğu bir içecek olarak bilinir. Çayın yetişkinler tarafından çok sık tüketilmesi nedeniyle, çocuklar aile ortamında çaya büyük bir ilgi duyarlar ve nasıl bir tadı olduğunu merak ederler. Küçükken bu merakın giderilmesi için çocuklara çay içirilir ama bu doğru bir davranış şekli değildir. Çünkü çayın içerisinde bulunan demir ve diğer birtakım minerallerin bağlayıcı özelliği bulunmaktadır. Bu nedenle çayın çok fazla içilmesi sonucunda insanlarda demir eksikliği çok sık görülmektedir. Çayın içerisine, çayı tatlandırmak için ilave edilen şekerin gün içerisinde çok fazla tüketilmesinden dolayı, iştahsızlığa ve aynı zamanda diş çürümesine neden olmaktadır.

Kahve
Çayda olduğu gibi kahve de yetişkinler tarafından çok sık bir şekilde tüketilen içeceklerden biridir. Çocuklara içirilen kahve onların metabolizmasına birtakım zararlar vermektedir. Çocukların bulunduğu yaş itibariyle belirli bir süre uyku ihtiyacı vardır ve bu uyku ihtiyacı süresini tamamlamaları gerekir. Ama çocuklar kahve tükettikleri zaman uykuya dalmada çok büyük bir sorun yaşamaktadırlar. Kahvenin içerisinde uykuyu engelleyen birtakım uyarıcı maddeler olması açısından uykuya dalma süresi çok daha fazla uzun sürmektedir. Kahve aynı zamanda kalp krizine yol açmaktadır ve dişlerde de sararmaya neden olmaktadır.

Patates Kızartması
Patates kızartması fast-food kategorisinde bulunan yiyeceklerden çok sık bir şekilde tüketilen, hatta menü şeklinde satılan yiyeceklerin en çok tercih edilmesi nedenidir. Fakat patates kızartmasının içeriğinde çok yüksek bir oranda akrilamid maddesinin bulunması nedeniyle çok fazla tüketilmesi durumunda damar sertliği, şişmanlık, obezite ve hatta kansere bile neden olmaktadır. Fast-food kategorisinde yer alan patates kızartmasının yapımı aşamasında hem dondurulmuş patates olması hem de sağlıksız, zararlı yağlarla kızartma işleminin yapılmasından dolayı insan vücuduna verebileceği zarar daha fazla olmaktadır. Çocukların belirli bir yaşa gelinceye kadar kalp ve damar sağlığı açısından patates kızartmasını tüketmesini önlemeniz gerekmektedir, daha sonraki yaşlarda çok sık olmamakla birlikte tüketiminde insan vücuduna büyük bir zarar vermemektedir.

Sosis, Salam ve Sucuk
Bu tür yiyeceklerin içeriğinde sodyum nitrit maddesinin bulunmasından dolayı, çok fazla tüketilmesi sonucunda kanser gibi ciddi bir hastalığa neden olmaktadır. İnsan metabolizmasına pişmemiş et zarar verdiği gibi, aynı zamanda sağlıksız ve hangi tür etten yapıldığı belli olmaması nedeni ile tüketimi çok tercih edilmemelidir.

Cips
Çocukların en çok sevdiği abur cuburlar arasında cipsin çok büyük bir yeri vardır. Cipsin yapımında kullanılan yağın zararlı olması ve içeriğinde kullanılan ürünlerin çok sağlıksız şartlarda üretilmesi nedeni ile cips; çocukların ve hatta yetişkinlerin tüketmemesi gereken bir yiyecektir. Cipsin içerisinde bulunan yüksek oranda yağ nedeni ile uzmanlar cips yemenin yağ içmekten hiçbir farkı olmadığı kanısında hemfikirler. Cipsin çok fazla tüketilmesi sonucunda obezite, diyabet, Alzheimer,ve hatta kanser gibi ciddi bir hastalıklar ortaya çıkabilir.

Asitli İçecekler
Çocukların en çok tercih ettiği içeceklerin başında yer almaktadır. Asitli içecekler içerisinde bulunan asit, meyve aroması, tatlandırıcı ve renklendirici gibi zararlı maddeler yüzünden asitli içecekler doktorlar tarafından tavsiye edilmeyen bir içecektir. İçerisinde birçok zararlı madde bulunduran asitli içecekler mide ve aynı zamanda bağırsak hastalıklarına neden olmaktadır. Asitli içecek yerine çocuklarınızı süt, ayran ve kefir gibi içeceklere alıştırmanız çok daha doğru bir tercih olacaktır.

Hazır Çorba
Hazır çorbaların içerisinde kullanılan ürünlerin toz haline getirilip, çok fazla işlem görmesi ve içerisinde zararlı bir tuz çeşidinin olması, uzun süre bozulmaması için içerisine ilave edilen koruyucu maddeler ciddi rahatsızlıklara neden olmaktadır. Hazır çorbaları sağlıklı bir yaşam için asla tüketmemek gerekir.

Boyalı şeker ve çikolata
Çocukların en çok ilgisini çeken abur bucurlardan birisidir. Çikolata ve şeker en geniş, en çok piyasa ağına sahip olan ürünlerdir. Aynı zamanda piyasada en çok çeşide sahip olan abur cuburlardır. İçerisinde gıda boyasının olması, çok fazla oranda şeker kullanılması ve birtakım kimyasalların da bulunması nedeni ile çocuklar, hatta yetişkinler için de çok büyük zararları bulunmaktadır. Çikolata ve şekerin çok fazla tüketilmesi sonucunda karaciğer olumsuz etkilenerek birtakım hastalıklar ortaya çıkabilir. Diş çürümesi, obezite, kalp ve dolaşım hastalıkları, felç, ülser, astım, cilt hastalıkları ve kemik erimesi gibi birçok ciddi hastalıklar ortaya çıkabilir.

Çiğ Yumurta
Çocukların patates kızartmasında kullandıkları mayonezin içerisinde çiğ yumurta bulunmaktadır. Çiğ yumurta aynı zamanda paket içerisinde toz halde satılan hazır kremalar ve salata sosları içerisinde yer almaktadır. Bu tür ürünlerin içerisinde bulunma ihtimali olan zararlı salmonella mikrobu nedeni ile insanlar birtakım hastalıklara sahip olabilirler.

Hazır Meyve Suları
Bu tür ürünlerin içerisinde meyvenin sadece susuz olan posasının su ile karıştırılarak hazır hale getirilmesi ve içerisine uzun süre dayanması açısından koruyucu madde ilave edilmesi insan vücuduna büyük oranda zarar vermektedir. Meyve suları şeker oranlarının çok yüksek olması nedeni ile tercih edilmemelidir.

Anne Sütünün Faydaları

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

Anne sütü yeni doğan bebeklerin beslenmesi için çok önemli bir yere sahiptir. Anne sütü bebekler için en önemli besindir. Anne sütü, bebeklerde ilk altı ay ek gıda gerektirmeden bebeğinizin bağışıklık sistemini güçlendirmeye yardımcı olur. Anne sütü enfeksiyonlara karşı immünolojik faktörleri içerir. Aynı zamanda damarlarda akan kan gibi kompleks, yaşayan bir sıvı özelliğine sahiptir. Bebeğin gelişimi için gerekli olan yağ asitleri anne sütünde bulunmaktadır. Anne sütü inek sütüne göre daha az miktarda protein içerdiği halde anne sütü bebeğin gerektiği kadar proteini içermektedir. Zaten vücudumuzda fazla olan besinler atılır. Bir damla anne sütünde bir milyon beyaz küre bulunur. Bu beyaz küreler makrofaj adı verilen bu hücreleri etkisiz hale getirir.

Anne sütü ve doğumdan sonra sonra gelen sarı süt bebek için çok önemlidir. Çünkü bu sarı süt bebeklerinizi hastalıklara karşı korur. Bu sarı süt bebeğin ilk aşısıdır. Anne sütü bebeğin ilk altı ay ihtiyacı olan yağ, protein, demir, vitamin gibi her türlü besin değerine sahip ideal besin kaynağıdır. Anne sütü her zaman bulunur temiz ve doğaldır. Anne sütü ısıtılmak gerektirmez. Anne sütü ile beslenmenin doğumdan hemen sonra başlanmasını, ilk altı ay sadece anne sütü verilmesini ve emzirmenin altı aydan sonra uygun besin takviyeleri ile iki yaşına kadar devam edilmesini uzmanlar öneriyor. Bir çok anne bebeğini ağlayınca hemen emzirir ve susmasını sağlar. Peki bu doğru bir yöntem mi? Evet bebekler her ağladığında emzirilmelidir. Çünkü anne sütü bebeğe psikolojik olarak bir rahatlama verir. Yeni doğan bebekler günde 9-10 kez emmek isterler. Bu durum çok normaldir. Zaten bu emme istekleri zaman geçtikçe azalacaktır.

Anne Sütünün Önemi Nedir?
1. Anne sütü alan çocukların bağışıklık sistemi güçlenir ve dolayısıyla hastalıklara karşı vücutlarının direnci de artar.

2. Anne sütü sindirime yardımcı aktif enzimler içerir. Bu şekilde sindirimi de kolaylaştırır.

3. Anne sütü büyüme etmenlerini ve hormonlarını içerir.

4. Anne sütü koruyucu etmenleri içerir.

5. Anne sütü enfeksiyonu önleyen bağışıklık öğelerini içerir.

6. Anne sütü çenenin gelişimi sırasında büyük bir önemi vardır.

7. Her zaman anne sütü sterildir.

8. Anne sütü her zaman bebeğiniz için uygundur.

9. Anne sütü besin öğeleri bileşimi bebeğin tüm gereksinimlerini karşılar.

10. Bebeklerin dişlerinin sağlam ve düzgün olabilmesi için anne sütü içirilmesi çok önemlidir.

11. Anne sütü bebeğin solunum yolu hastalıklarının görülme oranını düşürür.

12. Anne sütü bazı kronik hastalıkların oluşma riskini azaltır. Bunlar diyabet, koroner kalp hastalığı, çölyak, hipertansiyon ve şişmanlık gibi hastalıklardır.

13. Anne sütü alerjiye karşı koruyucudur.

14. Anne sütü bebeklerin bedensel ve zeka gelişimine yardımda bulunur.

15. Anne sütü antibiyotik ile tedavi olan hastalıkların görülme oranını düşürür.

16. Anne sütü ile beslenen bebeklerde ishal daha az görülür. İshal görülüyor bile olsa daha az şiddetle kısa sürede geçmektedir.

17. Anne sütü alan bebeklerin büyümesi ve gelişmesi hızlanır.

18. Anne sütü ile beslenmiş bebeklerin ileriki yaşlarda diş eti hastalıkarı, egzema, kanser ve diabet gibi hastalıkların görülmese riski azalır.

19. Bebeklerin anne sütü emmesi halinde bebeklerin yüz ve çene kasları gelişmiş olur.

20. Anne sütünde ımmunglobulin A adı verilen ve bebeklerin bağırsaklarını kaplayarak mikroplarım kana karışmasını engeller.

21. Anne sütü her zaman temiz, hazırdır ve ılıktır.

22. Annenin ilk gelen sütü oldukça önemlidir. Çünkü Anne sütü bebeğin ilk aşısıdır.

23. Anne sütü ile beslenen bebeklerin kansızlık riski daha azdır. Ayrıca anne sütü ile beslenen bebekler de pişik, karın ağrısı ve kabızlık görme olasılığı anne sütü az alan bebeğe göre daha azdır. Bu nedenle ilk altı ay anne sütü çok önemlidir. Anne sütü ilk altı ay bebeklere ek gıda gerektirmez. Bebeğin alması gereken tüm besinleri karşılar.

24. Anne sütü bebeği ani ölüm tehlikesinden korumaktadır.

25. Anne sütü ile beslenen bebekler diğerlerine oranla daha sakindirler.

26. Anne sütünün içerisinde akyuvarlar ve koruyucu maddeler sayesinde bebeğin enfeksiyonlara karşı direncini arttırır.

27. Daima hazırdır ve özel bir harcama gerektirmediği için ekonomiktir.

28. Anne sütü her bebek için en iyi, en doğal ve en taze besindir.

29. Bebeklerin daha zeki olmasını sağlar.

30. Anne sütü bebeğin su ihtiyacını karşılar ek olarak su verilmesin gerek yoktur.

Anne sütünün bebeğe faydaları olduğu gibi anneye de pek çok faydası vardır. Ane sütü hem anneye hem bebeğe fiziksel ve ruhsal gelişimi etkilemektedir. Anne sütü anne ve bebeği arasındaki bağı güçlendirir, ane sütü annenin sağlığınıda korur örneğin göğüs kanseri, kemik erimesi ve anemi riskini azaltır. Anne sütü anenin fazla kan kaybetmesini önler. Emziren anneler emzirmeyen annelere göre daha kolay ve hızlı kilo verebilir. Emzirmenin faydalı yönlerinindenen ilginç olanı da budur. Çünkü emzirmek oldukça kalori harcatan bir eylemdir bir emzirmede yaklaşık olarak anne 500 kalori yakar. Bu şekilde anneler hamilelik döneminde almış oldukları fazla kilolarından kolayca kurtulubilir. Emziren annelerde metobolizmanın değişerek kan şekeri düzeyini düzenlediği ve bu şekilde verimli kilo kaybına ve iyi kolesterollerin dengelediği gözlemlenmiştir. Bebeğini emziren annelrin kalo sorunlarını yaşama olasılığının azalması mezirmenin faydaları arasında olduğu söylenmektedir.

Su Çiçeği

Gönderildiği yer: Sağlık | 0

Günümüzde neredeyse herkes çocuk yaşlarda su çiçeği adı verilen bu hastalığı geçirmiştir. Birey bu hastalığı geçirmemişse bile en azından hastalığın neye benzediği hakkında bir fikri vardır. Su çiçeği denilen bu hastalık çoğunlukla çocuklarda görülmektedir. Ancak bu hastalığın yetişkinlerde görülemeyeceğini göstermez. Hatta yetişkinlik döneminde yakalanıldığı takdirde oldukça ağır şekilde geçebilir. Su çiçeği varicella-zoster virüsü kökenli oldukça bulaşıcı bir hastalıktır. Hastalığın solunum yolları aracılığıyla yayılabilir olması nedeniyle hasta bir bireyin yanında bulunmanız bile hastalığın siz de geçmesine neden olabilir. 12-14 gün kuluçka süresine sahip olması nedeniyle hasta bireye temastan yaklaşık olarak iki hafta sonra ilk belirtileri göstermeye başlar. Çocuk yaşlarda atlatılması daha kolay bir hastalık olduğundan hasta olan birey çocuk ise çok endişelenilmesi gerekmemektedir. Ancak ilerleyen yaşlarda farklı ve oldukça tehlikeli komplikasyonlara neden olabildiğinden oldukça dikkat edilmesi gerekmektedir.

Hastalığın en bilindik belirtileri arasında ise vücutta kaşıntı, kırmızı döküntüler, yorgunluk ve ateş yer almaktadır. Hastalık ilk olarak gövdede ve yüzde görülmeye başlar ve daha sonrasında uzuvlara da yayılabilir. Hastalık sonucunda oluşan kırmızı döküntüler kendine has özelliklere sahip olduğundan hastalığın teşhisi döküntülerin incelenmesi ile basitçe konabilir. Eğer yakın zamanda hasta başka biriyle temas içinde bulunulduysa ilk bakışta hastalığı tespit etmeniz mümkündür. Arada kalınması durumunda ise döküntülerden alınacak küçük bir örnek laboratuvarda incelenerek hızlıca teşhis koyulabilir ve ardından tedaviye başlanabilir. Hastalık sonucunda oluşan kırmızı döküntüler oldukça kaşıntılı olabilmektedir ve dolayısıyla kaşıma refleksini harekete geçirir. Ancak bu döküntülerin kaşınması oldukça yanlış bir davranıştır. Döküntüler kaşındığı takdirde vücudun farklı yerlerine yayılabilir ve başka bakteriyel enfeksiyonlara sebebiyet verebilir. İlerleyen yaşlarda yakalanıldığı takdirde nadiren orta kulak iltihabı, zatürre, beyin ve beyincik iltihabı gibi komplikasyonlara da neden olabildiğinden hastalığın 4. gününden itibaren ateş hala düşmemişse ve yamuk yürümek, uykuya eğilim ve kulak ağrısı gibi belirtiler ortaya çıkmışsa mutlaka doktora gidilmesi gerekmektedir.

Su Çiçeği Belirtileri
Su çiçeği hastalığı eğer daha önce geçirilmediyse hasta bireye temastan 14 gün sonra oraya çıkmaktadır (10-20 gün). Hastalığın ortaya çıkmasından bir gün önce hasta bireyde ateş, baş ağrısı ve halsizlik görülebilir. Genel olarak her hastalıkta görülen bu belirtiler kişi için uyarı niteliğindedir. Hastalık süresince de ateş ve halsizlik gibi belirtiler görülebilir. Ancak hastalığın asıl belirtisi vücutta ortaya çıkan döküntülerdir. Döküntüler ilk görüldüğünde daha küçük kabarcıklar halindedir ve daha pembe renklidir. Ardından ilerleyen süreçte bu pembe kabarcıkların içerisi sıvı dolar ve daha kırmızı bir renk alır. Bu olay birkaç saat içinde gerçekleşmektedir. Bu kabarcıklar oldukça kolay yırtılabildiğinden herhangi bir darbede içindeki sıvı dışarı çıkabilmektedir. Ardından yaklaşık olarak 12-24 saat içerisinde bu kabarcıkların içerisindeki sıvı bulanıklaşır ve döküntüler kahverengi bir hal olarak pullaşmaya başlar. Bütün bu olaylar kendiliğinden hızlıca gerçekleşmektedir ve dışarıdan ellenmemelidir.

Kendi kendine gerçekleştiği takdirde hiçbir iz bırakmayan bu hastalıklı döküntüleri kaşımanız halinde vücutta izler bırakabilmektedir. Kaşınan döküntüler iz bıraktığı gibi açık bir yara oluşturduğundan farklı bir bakteriyel enfeksiyona davetiye çıkarmaktadır. Çıkan döküntüler 3-4 gün içerisinde kaybolur ancak bu süreç içerisinde yerine başka kabarcıklar çıkar ve aynı süreçten geçer. Bu nedenle hastalık boyunca vücutta farklı evrelerdeki döküntülere rastlamak mümkündür. Bu döküntüler ilk olarak gövdede görülmeye başlar. Ardından yüze ve kollara da yayılabilir. Ancak yüzde, kol ve bacakta ve saçlı bölgelerde gövdeye kıyasla daha az görülmektedir. Hamile bireylerin bu hastalığa oldukça dikkat etmesi gerekmektedir. Gebeliğin ilk 3 ayı içerisinde bu hastalığa yakalanıldığı takdirde prematüre veya ölü doğum gibi anomaliler görülebilir.

Tedavisi ve Korunma Yöntemleri
Öncelikle bu hastalığın oldukça bulaşıcı olduğu unutulmamalıdır. Hasta bir bireye temas haline hastalık kesinlikle bulaşmaktadır. Ayrıca eğer hasta birey ile kapalı bir ortamda bulunursanız hastalık hava yoluyla da bulaşabilmektedir. Bu nedenle bu hastalıktan korunmak için en etkili yöntem hasta bireylerden uzak durmaktır. Bu sebeple de hastalığa sahip bir çocuk vücudundaki döküntülerin tamamı yok olana dek kesinlikle okula gönderilmemelidir. Birey yetişkin ise de toplum içerisine çıkmamalıdır. Ancak bulaşıcılık süresi döküntüler görülmeden bir iki gün önce başladığı için maalesef hastalık kolayca yayılabilmektedir. Hastalıktan korunmak için bir diğer önlem de aşı olmak. Şuanda MEB’in aşı takviminde bulunmasa bile çocuğunuza gerekli aşıları yaptırarak bu hastalıktan koruyabilirsiniz. Ayrıca hasta bir bireye temastan sonra 72 saat içerisinde yapılan aşılar da sizi bu hastalıktan koruyabilmektedir. Hastalığın küçük yaşlarda daha kolay geçmesi çocuğun hastalık geçirmek zorunda olduğunu göstermez. Bu nedenle bu tür bir rahatsızlık yaşanmaması için eğer geçirmediyseniz önce kendi korumanızı daha sonra da çocuğunuzun korunmasını sağlamayı ihmal etmeyin.

Tedavi sürecinde ise sağlam bir bağışıklı sistemi oldukça önemlidir. Bağışıklı sistemi normal bireylerde sadece kaşıntıya ve bakteri enfeksiyonu ihtimaline karşı birkaç önlem alınmaktadır. Kaşıntı hafif seviyelerde ise losyon kullanımı ile, ağır geçirilmesi halinde ise hap kullanımı ile önlenmeye çalışılmaktadır. Bunların yanında hastalığı geçiren kişi çocuk ise mutlaka tırnakları kesilip törpülenmeli ve bakteri enfeksiyonu ihtimalini düşürmek için gün içerisinde elleri sabun ile temizlenmelidir. Ateşi yüksek olan çocuklara da ateş düşürücü şurup verilebilir. Ancak çocuklara hiçbir şekilde aspirin vermemelisiniz. Çocuğa aspirin verilmesi Reye sendromuna neden olabilmektedir ve bu sendrom komaya kadar giden ölümcül bir rahatsızlık oluşturabilir. Yetişkinlerde ve bağışıklık sistemi sağlam olmayan kişilere de antiviral tedavi uygulanmaktadır.

1 2 3 4 8